Merhaba tekstil ve hazır giyim dünyasının nabzını tutanlar!
Sektörümüzün geleceği üzerine yapılan değerlendirmeler, hepimizin bildiği ama yüksek sesle dile getirmekten çekindiği bir gerçeği işaret ediyor: "Rekabeti coğrafya değil, üretim modeli belirliyor." Bu ifade, benim için sadece bir slogan değil, sektörümüzün kaderini baştan yazacak bir yol haritasının özü.
Klasik Modelin Devri Bitti
Artık kabul etmeliyiz ki, klasik emek yoğun üretim modeliyle küresel arenada rekabet etme şansımız kalmadı. Bu iddiamın altı rakamlarla dolu. Henüz beş yıl önce toplam maliyetlerin %15-20’si civarında olan işçilik giderleri, bugün %50’nin üzerine tırmanmış durumda. Türkiye’deki 1.500–2.000 dolarlık işçilik maliyetleriyle, düşük maliyetli ülkelerle aynı ligde kalmaya çalışmak, maalesef zaman ve kaynak kaybından başka bir şey değil.
Çin’in yıllar önce başardığı dönüşümü hızla uygulamak zorundayız: Düşük maliyet odağından çıkıp, kalite, teknoloji ve inovasyonun merkezine oturmak. Eğer hedefimiz gelişmiş ülkeler ligiyse, emeğimizin yanına mutlaka akıl terini de katmalıyız. 3-5 bin kişilik geleneksel atölye mantığını bir kenara bırakıp, dijitalleşmiş, verimli ve esnek üretim sistemlerine geçiş yapmalıyız.
Coğrafya Değiştirmek Çözüm Değil
Son dönemde artan Mısır yatırımları kulağa cazip gelebilir. Kısa vadeli maliyet avantajı sunsa da, benim endişem net: Başka bir coğrafyaya gitmek, sorunu kökten çözmüyor. Türk firmaları, orada da bir süre sonra birbirleriyle rekabet etmeye başlayacak. Yani coğrafya değişse bile, üretim modelimiz aynı kaldığı sürece, oradaki avantaj da hızla eriyecek. Bu yüzden vurgulamak isterim: Plansız yatırımlar bize kalıcı verimlilik sağlamayacak.
Stratejik Yayılım: Suriye Fırsatı
Peki, maliyet baskısını azaltırken küresel rekabet gücümüzü nasıl koruyacağız? Cevap, yakın coğrafyamızdaki dengeleri doğru okumakta yatıyor.
Benim önerim, son derece stratejik ve gerçekçi bir model üzerine kurulu: Suriye. Tekstil ve deride köklü bir üretim geleneğine sahip olan Halep çevresi, uygun şartlar oluştuğunda yeniden yapılandırılabilir.
Buradaki doğru yaklaşım, kontrollü ve şeffaf bir yayılımdır:
Yerel Güç Birliği: Suriyeli bir şirketle ortaklık kurarak yerel bilgi birikiminden faydalanmak.
Yetki Devri: Operasyonel sorumluluğu yerel ortağa bırakmak.
Kontrol Bizde: Türkiye’den kopmadan, tedarik zincirini jeopolitik olarak kontrol altında tutarak kontrollü bir üretim yayılımı sağlamak.
Bu model, sadece bizim maliyet baskımızı hafifletmekle kalmayacak, aynı zamanda Suriye’de istihdam yaratarak bir "kazan-kazan" dengesi oluşturacaktır. Unutmayalım; Halep, bize lojistik avantaj, daha sürdürülebilir işçilik maliyetleri ve güçlü üretim kültürüne sahip bir işgücü sunuyor.
Yeni Rekabetin Adı: Sürdürülebilirlik
Tüm bu dönüşümün merkezinde, küresel bir zorunluluk duruyor: Sürdürülebilirlik.
AB'nin yeni düzenlemeleriyle beraber şeffaflık, düşük karbonlu üretim ve döngüsellik artık sektörün olmazsa olmazları. Ancak bu konuda çok iyimserim. Türk tekstil sektörü, entegre yapısı, geri dönüşüm teknolojileri ve dijital izlenebilirlik çözümleriyle, Avrupa’daki bu değişime en hızlı adapte olan ülkelerin başında geliyor. Bu bizim en büyük rekabet avantajımız.
Sonuç olarak;
Artık ucuz üretmeye çalışarak ayakta kalma dönemi sona erdi. Yeni rekabetin tanımı çok net: en verimli, en akıllı, en teknolojik ve en sürdürülebilir üretim modelini uygulayan kazanacak.
Türk tekstil sektörü olarak bu vizyonu benimsediğimizde, sadece bölgesel değil, global arenada da gücümüzü perçinleyeceğiz. Coğrafyaya değil, akla, teknolojiye ve doğru üretim modeline yatırım yapma zamanı!
Peki, bu büyük ve kapsamlı dönüşüm yolculuğunda bizi bekleyen en büyük zorluk sizce ne olacak? Yorumlarınızı merak ediyorum!
Bir sonra ki yazımda görüşmek üzere sevgilerimle.
Hakkı Şenkeser

Suriye, maliyet açısından kısmi bir avantaj sunsa da; hukuki belirsizlik, güvenlik riski, finansal altyapı eksikliği ve AB standartlarından uzaklığı nedeniyle bugün için gerçek bir stratejik alternatif değil. Bu nedenle ancak kontrollü, küçük ölçekli ve yerel ortaklı projeler için değerlendirilebilir.
YanıtlaSilPeki Türkiye dışında gerçekten alternatif olabilecek ülkeler nereler ve neden?
• Fas & Tunus: AB’ye lojistik yakınlık, oturmuş konfeksiyon ekosistemi, düşük maliyet ve daha stabil yatırım ortamı.
• Ürdün: QIZ bölgeleri sayesinde ABD’ye avantajlı giriş, uygun işçilik ve tekstil kümelenmelerinin varlığı.
• Mısır: Büyük ölçekli üretim parkları, düşük enerji fiyatları, uygun işçilik ve güçlü pamuk altyapısı.
• Romanya & Bulgaristan: AB uyumu, hızlı teslim, teknik işgücü ve yakın üretim avantajı.
Bu ülkeler bugün için Türkiye dışı en gerçekçi seçenekler.
Fakat gelecek şunu çok net gösteriyor:
Türkiye kendi içinde dönüşüm yapmadıkça hiçbir coğrafya kalıcı çözüm olmayacak.
Gerçek rekabet gücü; makine ve teknoloji yatırımı kadar,
doğru çalışanları seçmek,
ekipleri yeniden yapılandırmak,
verimliliği ve dijitalleşmeyi merkezine alan bir kültür oluşturmak,
geleceğe bilgi üreten mühendis, şef, usta, mavi–beyaz yaka yetiştirmek
ve her şeyden önemlisi liyakat + etik ekseninde sistemi yeniden kurmak
gibi temel yapı taşlarından geçiyor.
Sonuç net:
Coğrafya değil; model, vizyon ve bu modele değer katan ekipler kazandırır.
Türkiye de bu modeli kuracak bilgi birikimine, insan kaynağına ve potansiyele fazlasıyla sahip.
Yapılması gereken; şirketleri geleceğe taşıyacak liyakatli çalışanları istihdam etmek, etik bir çalışma ortamı yaratmak ve eski düzeni temsil eden verimsiz iş ahlakını sistem dışına almaktır.
Aksi halde sektör, “gelecek üretmeyen” her yapıyı doğal seleksiyonla silmeye devam edecek.