Merhaba arkadaşlar,
Geçtiğimiz bölümde son olarak Erciyes dağının zirvesine
çıkmak için kullanılan alternatif parkurlardan bahsetmiş devamında da zirve
tırmanışı için yola çıkmıştık.
Hatırlarsanız 2.bölümde sabaha kadar yağan yağmurdan bahsetmiş ve zirve tırmanışı ihtimalimizin ciddi bir biçimde azaldığını yazmıştım. Nitekim tırmanış başlangıcı için öngördüğümüz saat 03.00 olmasına karşın yağmur ancak sabaha karşı saat 05.00 gibi dinmiş ve yerini kar yağışına bırakmıştı.
İsmail Yılmaz hocanın “ Hadi arkadaşlar hazırlanın, bir
çevre turu yapacağız.” Söylemi ile 7 kişilik ekibimiz hareketlenmiş ve saat 06.00
gibi tesislerden ayrılmıştık. İsmail hoca zirve yapıp yapamayacağımızın belli
olmadığını söylemişti. Nitekim tipi şeklindeki kar yağışı ile birlikte yoğun
sis de görüş açısını ciddi bir biçimde düşürmüştü.
Şiddetli tipi altında 7 kişilik ekibimiz ile yürümeye
çalışır iken bir yandan da grubumuzun kopmaması amacı ile birbirimizi çok yakından
takip etmeye çalışıyorduk. Sis sebebi ile görüş açısının birkaç metre altında
olması bir anlık dikkatsizlik sonucu grup dan dan kopmamıza ve yolumuzu
kaybetmemize sebep olabilirdi. Böyle bir durumun can güvenliğimiz için ciddi
bir risk oluşturabileceğini biliyor, önümdeki arkadaşımı gözden kaybetmeden
zorluklada olsa ilerlemeye çalışıyordum.
Birden aklıma yine bir gün evvel zirve tırmanışı için
İstanbul’dan gelen ve geceyi tırmanış öncesi çoban ini mevkiinde kamp yaparak
geçiren dağcı grubu geldi. Sayıları bize göre oldukça kalabalıktı. Ben kayak
merkezinde iken onlar akşamüstü dağa gelmişler ve hiç oyalanmadan kamp yükleri
ile kamp alanına doğru devam etmişlerdi. “ Onlar için oldukça zor geçen bir
gece olmuştur.” Diye içimden geçirdim.
İlk molamızı verdiğimizde İsmail hoca nasıl olduğumuzu
sordu. Ekibin durumunda herhangi bir sıkıntı yoktu. Benim haricinde zaten
birbirini yakından tanıyan ekibimiz, kondisyon seviyelerinin de hemen hemen
birbirine yakın olması sebebi ile buraya kadar herhangi bir sıkıntı olmadan
ulaşmıştı.
Kısa bir soluklanmanın ardından yolumuza devam ettik. İsmail Yılmaz
grubun en önünde rehberlik yapar iken ben geride Mehmet Ceylan arkadaşımız ile
ara ara sohbet ederek ilerliyordum.
Görüş açısı artmak bir yana her an daha da azalıyor ve tipi
etkisini devam ettiriyordu. Şiddetli tipi ile esen rüzgâr her seferinde
yüzümüze kamçı darbeleri indiriyordu. Bu sırada İsmail hocanın seslenmesi ile
ayağımın altındaki buz tabakasının çatlayıp sağ ayağımın dizimin 1 karış
altında suya girmesi bir oldu. İsmail hoca “ Kanalın üzerinde ilerliyorsunuz,
kenara geçin.” Uyarısını yaptığında benim için geç olmuş, bastığım ve fark
edemediğim üzerinde kar olan buz tabakası çatlamış ve benim ayağımda içine
girivermişti. Ayağımı hızlıca geri çektim. Sanırım hiç su girmemişti. Su
geçirmez dağcılık botu ve tozluklar hızlı reaksiyon gösterip hemen ayağımı geri
çekmem sebebi ile hiç su almamıştı.
İsmail hoca ayağımın ıslanıp ıslanmadığını sorduğunda.
Kendisine” Hayır ıslanmadı hocam.” Diye cevap verdim. Bu hava şartlarında ıslak
ayak ile devam etmek ayağımın donması gibi ciddi problemlere sebep olabilirdi.
Çoban ini kamp alanına doğru kanal boyunca dik rampa
üzerinden ilerler iken sis dağılmaya ve kar etkisini kaybetmeye başlamıştı.
Nitekim az sonra güneş bulutların ardından çıkarak bizi ısıtmaya başlamıştı. Erciyes
dağının zirvesi tüm gösterişi ile karşımızda duruyor ve bizi çağırıyordu.
Bulunduğumuz rakımın yaklaşık 2800-2900 metre civarında olduğunu öğreniyorum.
Arkaya doğru baktığımızda ise tarifsiz bir güzellikte sis bulutlarının üzerinde
olduğunuzu görüyorsunuz. Geldiğimiz istikamette aşağılarda sis bulutunun daha
karanlık olması içinden çıktığımız tipinin aşağılarda devam ettiğinin
işaretiydi.
Tüm bu güzellikleri doya doya seyretmeye çalışırken Ahmet
Köse abinin işaret ettiği yöne doğru döndük hepimiz. Hemen üzerimizde yaklaşık
250-300 metre ilerimizde bir grup toplanmaya çalışıyordu. Onlara doğru
ilerledik. Aramızda çok derin olmayan kolaylıkla aşılabilecek bir vadiden
kendilerine selam verdiğimizde bu grubun dün zirve tırmanışı için İstanbul’dan
gelen dağcı grubu olduğunu anladık. Tahmin ettiğim gibi gece onlar için oldukça
sıkıntılı geçmiş. Gece çıkan fırtınada bazı çadırlar patlamış ve birbirlerinin
çadırlarına sığınmak durumda kalan ekibin tüm malzeme ve kıyafetleri
ıslanmıştı. Hatta grup dan dan bir kişinin ıslanmış pantolonu yerine
bacaklarına mat sararak soğuk dan dan korunmaya çalıştığını bile görmüştüm.
Yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sorduğumuz grup zaten kalan çadırlarını
söküyor ve toplanıyorlardı. Tüm kıyafet ve malzemelerinin ıslanması sebebi ile
doğru kararı verip dönmeye karar vermişlerdi. Dağcılık da önemli kurallardan
birisi hatta en hayati olanı nereden döneceğini bilmektir. Nitekim “ Dağ zaten
oradadır ve sizi beklemektedir. “ Daha
hazır olduğunuzda tekrar denemenizi kimse engellemeyecektir. Ama hayatınızın
asla telafisi yoktur ve bir noktadan sonra belki denemek için ikinci bir
şansınız olmayacaktır.
Grubun iyi olduğundan emin olduğundan sonra ilk bulduğumuz
düzlükte ana molamızı verdik. Güneş artık iyice ısıtıyordu. Terli kıyafetlerimi
değiştirip tırmanışın asıl ve en dik etabı için güç toplamak amacı ile enerji
takviyesi yaparak bol bol su içtim. Bu sırada tüm gösterişi ile karşımda duran
Erciyes dağının zirvesine uzanan dik tepeyi inceliyor ve nereden çıkacağımızı
kestirmeye çalışıyordum. İsmail hoca şeytandan çıkacağımızı söylemişti.
Diğer arkadaşlar elleri ile nereden çıkacağımızı bana
gösterdiğinde içimden, ürkmediğimi söylersem yanlış olmaz. Oldukça dik bir
eğimi tırmanarak zirveye ulaşmamız gerekiyordu.
Rehberimiz İsmail Yılmaz hocanın “ Hadi arkadaşlar toplanın. Yola çıkıyoruz.” Uyarısı
ile hızlıca toparlandık. Şeytan rotasına girmeden önce nispeten daha düşük
eğimli kısmı gücümüzü ekonomik kullanmak amacı ile geniş zik zak lar çizerek
tırmanmaya başladık. Güneş tepemizde bizleri oldukça ısıtmıştı. Normal
şartlarda bu rotayı, bu mevsimde çıkarken kramponlarınızı da takmanız
gerekebilir. Fakat yeni yağmış ve henüz serleşmemiş batak kar sebebi ile
krampon takmadan sadece kazmalarımız yardımı ile rotayı çıkmaya başlamıştık.
Rotaya girene kadar yorulduğumu hissetmemiştim. Fakat derin karda iz açarak
tırmanmak zorunda kalmamız artık yorulmaya başladığımı bana hatırlatmaya
başlamıştı.
Şeytan rotasına yaklaşık 30 derece eğim ile girip rotanın
sonlarına doğru yaklaşık 70 derece eğim ile ilerlemeniz gerekiyor. Soluklanmak
için durup geriye doğru baktığınızda eğimin dikliğini çok daha iyi
anlayabiliyorsunuz. Boğazın her iki tarafı üzerleri buz ve kar kaplı olmasına
rağmen çürük olduğu her halinden belli kaya kütleleri ile çevrilmiş durumda.
Rehberimiz İsmail hoca boğazdan geçerken mümkün olduğunca sessiz olmamız
gerektiğini en ufak gürültüde dahi taş düşme riski yaşandığını boğaza girmeden
önce bize hatırlatmış ve gerekli uyarıları zaten bizlere yapmıştı.
Bu rotada
tırmanış yaparken yaz kış fark etmez muhakkak kaskını takıyor olmanız şart.
Rotaya giriş için en uygun saat de güneş doğuşundan hemen sonra yapılmalı. Aksi
takdirde havanın ısınması ile beraber kayalar üzerindeki buzlar çözülmeye
başlamakta buda taş düşme riskini çok daha fazla arttırmakta.
Artık şeytan rotasının içerisinde ilerlemeye başlamıştık.
Hem rotada kayalıkların arasında kalmamız hem de güneşin tekrar etkisini
kaybetmesi ile tekrar soğuk kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Üzerine yer
yer şiddetli rüzgâr ile savrulan toz kar ve ince ince tekrar yağmaya başlayan
kar soğuğun etkisini daha ciddi bir biçimde arttırmıştı. Ne gariptir ki yüzüm dışında
o soğuğa rağmen çok fazla üşümüyordum. Zaten normal şartlar altında da soğuğu
seven bir insanımdır ve soğuk dayanımım oldukça yüksektir. Yinede buradaki
havanın derecesi azımsanmayacak derecede düşüktü. Rehberimiz İsmail hoca tırmanış
esnasında -20 derece soğukları gördüğümüzü söylemişti. Zaten tırmanış sırasında
verdiğiniz soluklanma molalarında soğuğu iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Tırmanış esnasında ise ciddi gayret sarf ettiğiniz için nabzınız ile beraber
vücut sıcaklığınızda yükselmeye başlıyor.
Şeytan rotasının sonlarına doğru artık bacaklarımda derman
kalmadığını iyice hissettim. Dik eğimi tırmanırken oldukça dikkatli olmanız şart.
Fazla geriye yaslanmanız ya da dengenizi kaybetmeniz durumunda sizi durduracak
bir şey yok ve aşağılara kadar yuvarlanırsınız. Bu yuvarlanma esnasında
çevredeki kayalıklara çarpmanız durumunda ise hayatınızı kaybetme riski oldukça
fazla. Rotada yer yer kazma yardımı ile ellerinizi de kullanmak durumunda
kalıyorsunuz. Yani eğimin dik olduğu yerlerde tırmanış için hem ayaklarınızı
hem ellerinizi kullanmanız gerekiyor. İşte tırmanışın bu esnasında ellerimin
ciddi üşüdüğünü hissettim. Ellerimdeki eldivenler ne çok kötü nede çok iyi
sayılmazdı. Normal şartlarda kara temas etmez iken üşümeyen ellerim ne zamanki
ellerimi kullanmaya başlamıştım ki ciddi bir biçimde üşümeye başlamıştı.
Bana sorsanız rotada saatlerdir tırmanıyorduk. Soluk alıp
vermelerim rakımında yükselmesi ile artmış. Ciddi bir biçimde yorulmuştum.
Grubun önü ile aramda açılmaya başlamıştı. Verdiğim soluklanma molalarını biraz
daha arttırdım. Bu esnada sağ olsun Mehmet Ceyhan kardeşimizin verdiği desteği
hiç unutmam zorlandığım zamanlarda verdiği destek “ Haydi birlikte çıkıyoruz.
Pes etmek yok” söylemleri bana itici güç oldu ve moral verdi.
Dağ tırmanışlarında kondisyon kadar önemli bir diğer nokta
dayanıklılık ve fiziksel kondisyonun yanında gereken mental kondisyon. Yani
hırs ve azim. Tabi ki bu hırs ve azim hiçbir zaman gözünüzü kör etmemeli
gerektiğinde de geri dönmesini bilmelisiniz.
Tırmanışın kalan kısmında kendimce bir yöntem geliştirdim.
Benim için oldukça işe yaradığını söyleyebilirim. Derin ve batak kar sebebi ile
bata çıka iz açarak tırmanmanın zorluğundan bahsetmiştim. Daha hızlı ilerlemek
amacı ile 20 adım atıp birkaç nefes soluklanıp öyle tırmanmaya devam ettim.
Artık zirvedeki bayrağı görmüştüm. Zirvenin hemen
altındaydım ve İsmail hocanın sesini rahatlıkla duyabiliyordum. “ Ha gayret az
kaldı. Bitti “
Oh be! Diyerek son bir gayretle düzlüğe çıktım. En azından aklımdan
geçirdiğim geniş bir düzlük ile karşılaşmak ve oracığa yığılarak uzanmak ve
dinlenmekti.
Peki, beni bekleyen öyle bir düzlük müydü?
Hayır!
Zirveye ulaşmak için dikkatlice geçmem gereken, dağcılıkta
kılçık diye tabir edilen 2 kişinin yan yana geçmesi mümkün olmayan sağlı sollu
dik eğim sebebi ile yuvarlanma riski içeren bir geçişi aşmam gerekiyordu.
Doğruyu söylemek gerekirse, ilk geçişte ister yorgunluk ve bitkinlik deyin
ister artık zirveye varmış olmanın verdiği mutluluk deyin, kılçığı çok fazla
dert etmeden hızlıca geçtim. Dönüşümü? İlk geçişte beni çok fazla etkilemeyen bu
kılçık geçişinden, zirve dönüşünde ikinci sefer geçerken ürkmedim dersem yalan
olur.
Evet, nerede kalmıştım? Artık Erciyes dağının 3917 metre
rakımlı zirvesinin tepesindeydim. Müthiş bir manzara, sanki bu dünyada
değilmişim hissi uyandıran müthiş görsel bir şölen. Bulutların üzerinde tek
kelime ile harika bir atmosferin içerisindeydim.
Ama bu atmosferi doya doya yaşamanın inanın çok fazla
mümkünatı yoktu. Çünkü şiddetli rüzgâr ve soğuk size buraya ait olmadığınızı
fazlası ile hissettiriyordu. Hızlıca çekebildiğim kadar fotoğrafı cep telefonum
ile çekmeye çalıştım.
Artık arkadaşlar dönmemiz gerektiğini işaret ediyordu.
Hızlıca sırt çantamı tekrar sırtıma aldım ve dönüş için tekrar, ilk seferinde
sorunsuz geçtiğim kılçığa doğru yöneldim. İnanın ikinci sefer geçişim ilki
kadar kolay olmadı.
Dönüşümüz yine şeytan rotasından olacaktı. Ama çıkışımızdan
daha kolay olacağı Ahmet Köse abiyi görene kadar aklıma gelmemişti. Ahmet
abinin o dik yamacı oturarak kaymak sureti ile indiğini görünce ben ve Mehmet’de
aynı şekilde onun arkasından kendimizi dik yamaç boyunca aşağıya doğru
salıverdik. Dik eğim sureti ile
kontrolsüz bir şekilde hızlanıyorsunuz. Bende kontrolsüz bir şekilde
hızlandığım anlarda elimdeki kazma vasıtası ile hızımı düşürmeye çalıştım. Yine
anlık bir dikkatsizlik kontrolsüz bir şekilde kayalara çarpmamıza sebep olabilirdi.
Ama ne diyeyim? Müthiş keyifliydi. Saatler süren çıkışımızı bir çırpıda kayarak
tamamlamıştık.
Şeytan boğazı çıkışında, artık dönüş yolunda yorgunluğumdan hiçbir
eser kalmamıştı. Hızlı bir şekilde çoban inine doğru ilerliyorduk. Sanırım rahatlık
dan ve zirveyi yapmış olmanın verdiği heyecan ile hızlıca dönüş yolunda
ilerliyor olmanın verdiği dikkatsizlik olsa gerek ayağımın kayması ile düşmem
bir oluverdi. Düşerken sağ elimin orta parmağını iki taş arasında sıkıştırdım.
Çıkan çat sesi ve parmağımın birden orta boğumdan şişmesi “ Sanırım kırdım.” Diye
düşünmeme sebep oldu. Hızlıca düştüğüm yerden kalktım. Sıcağı sıcağına olsa
gerek her hangi bir acı hissetmiyordum. Arkamı döndüm ve çıktığım Erciyes
dağının zirvesine uzun uzun baktım. Kendi kendime gülümsedim ve “ Bu muhteşem dağ
için bir kırık bir parmak? Çok şükür.” Diye içimden geçirerek yoluma devam
ettim.
Tesislere döndüğümüzde artık hava kararmıştı. Sabah saat 06.00’da
başlayan tırmanışımız yine akşam saat 18.30 gibi sona ermişti. Yaklaşık 12-13 saat
süren muhteşem ama bir o kadarda zorlu bir tırmanış olmuştu.
Tüm ekip birbirimiz tebrik ettikten sonra hızlıca
toparlandık. Kayserili dostlarımız beni otogara bırakacak ve bende ilk otobüs
ile Bursa’ya dönecektim.
Arkamda müthiş bir dağ ve hala görüştüğüm birbirinden
değerli dostlar bırakarak dönüş yoluna geçtim. Yazımın başında da yazdığım gibi
Erciyes dağının ve sevgili Kayserili dostlarımın kalbimde her zaman özel bir
yeri olacak. Bu yazı vesilesi ile dostlarıma tekrar selam ve sevgilerimi
gönderiyorum.
Hakkı Şenkeser.
Yorumlar
Yorum Gönder