Erciyes Zirve Tırmanışı – Bölüm 3


Merhaba arkadaşlar,

Geçtiğimiz bölümde son olarak Erciyes dağının zirvesine çıkmak için kullanılan alternatif parkurlardan bahsetmiş devamında da zirve tırmanışı için yola çıkmıştık.



Hatırlarsanız 2.bölümde sabaha kadar yağan yağmurdan bahsetmiş ve zirve tırmanışı ihtimalimizin ciddi bir biçimde azaldığını yazmıştım. Nitekim tırmanış başlangıcı için öngördüğümüz saat 03.00 olmasına karşın yağmur ancak sabaha karşı saat 05.00 gibi dinmiş ve yerini kar yağışına bırakmıştı.
İsmail Yılmaz hocanın “ Hadi arkadaşlar hazırlanın, bir çevre turu yapacağız.” Söylemi ile 7 kişilik ekibimiz hareketlenmiş ve saat 06.00 gibi tesislerden ayrılmıştık. İsmail hoca zirve yapıp yapamayacağımızın belli olmadığını söylemişti. Nitekim tipi şeklindeki kar yağışı ile birlikte yoğun sis de görüş açısını ciddi bir biçimde düşürmüştü.



Şiddetli tipi altında 7 kişilik ekibimiz ile yürümeye çalışır iken bir yandan da grubumuzun kopmaması amacı ile birbirimizi çok yakından takip etmeye çalışıyorduk. Sis sebebi ile görüş açısının birkaç metre altında olması bir anlık dikkatsizlik sonucu grup dan dan kopmamıza ve yolumuzu kaybetmemize sebep olabilirdi. Böyle bir durumun can güvenliğimiz için ciddi bir risk oluşturabileceğini biliyor, önümdeki arkadaşımı gözden kaybetmeden zorluklada olsa ilerlemeye çalışıyordum.



Birden aklıma yine bir gün evvel zirve tırmanışı için İstanbul’dan gelen ve geceyi tırmanış öncesi çoban ini mevkiinde kamp yaparak geçiren dağcı grubu geldi. Sayıları bize göre oldukça kalabalıktı. Ben kayak merkezinde iken onlar akşamüstü dağa gelmişler ve hiç oyalanmadan kamp yükleri ile kamp alanına doğru devam etmişlerdi. “ Onlar için oldukça zor geçen bir gece olmuştur.” Diye içimden geçirdim.



İlk molamızı verdiğimizde İsmail hoca nasıl olduğumuzu sordu. Ekibin durumunda herhangi bir sıkıntı yoktu. Benim haricinde zaten birbirini yakından tanıyan ekibimiz, kondisyon seviyelerinin de hemen hemen birbirine yakın olması sebebi ile buraya kadar herhangi bir sıkıntı olmadan ulaşmıştı. 



Kısa bir soluklanmanın ardından yolumuza devam ettik. İsmail Yılmaz grubun en önünde rehberlik yapar iken ben geride Mehmet Ceylan arkadaşımız ile ara ara sohbet ederek ilerliyordum.
Görüş açısı artmak bir yana her an daha da azalıyor ve tipi etkisini devam ettiriyordu. Şiddetli tipi ile esen rüzgâr her seferinde yüzümüze kamçı darbeleri indiriyordu. Bu sırada İsmail hocanın seslenmesi ile ayağımın altındaki buz tabakasının çatlayıp sağ ayağımın dizimin 1 karış altında suya girmesi bir oldu. İsmail hoca “ Kanalın üzerinde ilerliyorsunuz, kenara geçin.” Uyarısını yaptığında benim için geç olmuş, bastığım ve fark edemediğim üzerinde kar olan buz tabakası çatlamış ve benim ayağımda içine girivermişti. Ayağımı hızlıca geri çektim. Sanırım hiç su girmemişti. Su geçirmez dağcılık botu ve tozluklar hızlı reaksiyon gösterip hemen ayağımı geri çekmem sebebi ile hiç su almamıştı.
İsmail hoca ayağımın ıslanıp ıslanmadığını sorduğunda. Kendisine” Hayır ıslanmadı hocam.” Diye cevap verdim. Bu hava şartlarında ıslak ayak ile devam etmek ayağımın donması gibi ciddi problemlere sebep olabilirdi.



Çoban ini kamp alanına doğru kanal boyunca dik rampa üzerinden ilerler iken sis dağılmaya ve kar etkisini kaybetmeye başlamıştı. Nitekim az sonra güneş bulutların ardından çıkarak bizi ısıtmaya başlamıştı. Erciyes dağının zirvesi tüm gösterişi ile karşımızda duruyor ve bizi çağırıyordu. Bulunduğumuz rakımın yaklaşık 2800-2900 metre civarında olduğunu öğreniyorum. Arkaya doğru baktığımızda ise tarifsiz bir güzellikte sis bulutlarının üzerinde olduğunuzu görüyorsunuz. Geldiğimiz istikamette aşağılarda sis bulutunun daha karanlık olması içinden çıktığımız tipinin aşağılarda devam ettiğinin işaretiydi.
Tüm bu güzellikleri doya doya seyretmeye çalışırken Ahmet Köse abinin işaret ettiği yöne doğru döndük hepimiz. Hemen üzerimizde yaklaşık 250-300 metre ilerimizde bir grup toplanmaya çalışıyordu. Onlara doğru ilerledik. Aramızda çok derin olmayan kolaylıkla aşılabilecek bir vadiden kendilerine selam verdiğimizde bu grubun dün zirve tırmanışı için İstanbul’dan gelen dağcı grubu olduğunu anladık. Tahmin ettiğim gibi gece onlar için oldukça sıkıntılı geçmiş. Gece çıkan fırtınada bazı çadırlar patlamış ve birbirlerinin çadırlarına sığınmak durumda kalan ekibin tüm malzeme ve kıyafetleri ıslanmıştı. Hatta grup dan dan bir kişinin ıslanmış pantolonu yerine bacaklarına mat sararak soğuk dan dan korunmaya çalıştığını bile görmüştüm. Yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sorduğumuz grup zaten kalan çadırlarını söküyor ve toplanıyorlardı. Tüm kıyafet ve malzemelerinin ıslanması sebebi ile doğru kararı verip dönmeye karar vermişlerdi. Dağcılık da önemli kurallardan birisi hatta en hayati olanı nereden döneceğini bilmektir. Nitekim “ Dağ zaten oradadır ve sizi beklemektedir. “  Daha hazır olduğunuzda tekrar denemenizi kimse engellemeyecektir. Ama hayatınızın asla telafisi yoktur ve bir noktadan sonra belki denemek için ikinci bir şansınız olmayacaktır.



Grubun iyi olduğundan emin olduğundan sonra ilk bulduğumuz düzlükte ana molamızı verdik. Güneş artık iyice ısıtıyordu. Terli kıyafetlerimi değiştirip tırmanışın asıl ve en dik etabı için güç toplamak amacı ile enerji takviyesi yaparak bol bol su içtim. Bu sırada tüm gösterişi ile karşımda duran Erciyes dağının zirvesine uzanan dik tepeyi inceliyor ve nereden çıkacağımızı kestirmeye çalışıyordum. İsmail hoca şeytandan çıkacağımızı söylemişti.
Diğer arkadaşlar elleri ile nereden çıkacağımızı bana gösterdiğinde içimden, ürkmediğimi söylersem yanlış olmaz. Oldukça dik bir eğimi tırmanarak zirveye ulaşmamız gerekiyordu.



Rehberimiz İsmail Yılmaz hocanın  “ Hadi arkadaşlar toplanın. Yola çıkıyoruz.” Uyarısı ile hızlıca toparlandık. Şeytan rotasına girmeden önce nispeten daha düşük eğimli kısmı gücümüzü ekonomik kullanmak amacı ile geniş zik zak lar çizerek tırmanmaya başladık. Güneş tepemizde bizleri oldukça ısıtmıştı. Normal şartlarda bu rotayı, bu mevsimde çıkarken kramponlarınızı da takmanız gerekebilir. Fakat yeni yağmış ve henüz serleşmemiş batak kar sebebi ile krampon takmadan sadece kazmalarımız yardımı ile rotayı çıkmaya başlamıştık. Rotaya girene kadar yorulduğumu hissetmemiştim. Fakat derin karda iz açarak tırmanmak zorunda kalmamız artık yorulmaya başladığımı bana hatırlatmaya başlamıştı.



Şeytan rotasına yaklaşık 30 derece eğim ile girip rotanın sonlarına doğru yaklaşık 70 derece eğim ile ilerlemeniz gerekiyor. Soluklanmak için durup geriye doğru baktığınızda eğimin dikliğini çok daha iyi anlayabiliyorsunuz. Boğazın her iki tarafı üzerleri buz ve kar kaplı olmasına rağmen çürük olduğu her halinden belli kaya kütleleri ile çevrilmiş durumda. Rehberimiz İsmail hoca boğazdan geçerken mümkün olduğunca sessiz olmamız gerektiğini en ufak gürültüde dahi taş düşme riski yaşandığını boğaza girmeden önce bize hatırlatmış ve gerekli uyarıları zaten bizlere yapmıştı. 



Bu rotada tırmanış yaparken yaz kış fark etmez muhakkak kaskını takıyor olmanız şart. Rotaya giriş için en uygun saat de güneş doğuşundan hemen sonra yapılmalı. Aksi takdirde havanın ısınması ile beraber kayalar üzerindeki buzlar çözülmeye başlamakta buda taş düşme riskini çok daha fazla arttırmakta.



Artık şeytan rotasının içerisinde ilerlemeye başlamıştık. Hem rotada kayalıkların arasında kalmamız hem de güneşin tekrar etkisini kaybetmesi ile tekrar soğuk kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Üzerine yer yer şiddetli rüzgâr ile savrulan toz kar ve ince ince tekrar yağmaya başlayan kar soğuğun etkisini daha ciddi bir biçimde arttırmıştı. Ne gariptir ki yüzüm dışında o soğuğa rağmen çok fazla üşümüyordum. Zaten normal şartlar altında da soğuğu seven bir insanımdır ve soğuk dayanımım oldukça yüksektir. Yinede buradaki havanın derecesi azımsanmayacak derecede düşüktü. Rehberimiz İsmail hoca tırmanış esnasında -20 derece soğukları gördüğümüzü söylemişti. Zaten tırmanış sırasında verdiğiniz soluklanma molalarında soğuğu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Tırmanış esnasında ise ciddi gayret sarf ettiğiniz için nabzınız ile beraber vücut sıcaklığınızda yükselmeye başlıyor.





Şeytan rotasının sonlarına doğru artık bacaklarımda derman kalmadığını iyice hissettim. Dik eğimi tırmanırken oldukça dikkatli olmanız şart. Fazla geriye yaslanmanız ya da dengenizi kaybetmeniz durumunda sizi durduracak bir şey yok ve aşağılara kadar yuvarlanırsınız. Bu yuvarlanma esnasında çevredeki kayalıklara çarpmanız durumunda ise hayatınızı kaybetme riski oldukça fazla. Rotada yer yer kazma yardımı ile ellerinizi de kullanmak durumunda kalıyorsunuz. Yani eğimin dik olduğu yerlerde tırmanış için hem ayaklarınızı hem ellerinizi kullanmanız gerekiyor. İşte tırmanışın bu esnasında ellerimin ciddi üşüdüğünü hissettim. Ellerimdeki eldivenler ne çok kötü nede çok iyi sayılmazdı. Normal şartlarda kara temas etmez iken üşümeyen ellerim ne zamanki ellerimi kullanmaya başlamıştım ki ciddi bir biçimde üşümeye başlamıştı.




Bana sorsanız rotada saatlerdir tırmanıyorduk. Soluk alıp vermelerim rakımında yükselmesi ile artmış. Ciddi bir biçimde yorulmuştum. Grubun önü ile aramda açılmaya başlamıştı. Verdiğim soluklanma molalarını biraz daha arttırdım. Bu esnada sağ olsun Mehmet Ceyhan kardeşimizin verdiği desteği hiç unutmam zorlandığım zamanlarda verdiği destek “ Haydi birlikte çıkıyoruz. Pes etmek yok” söylemleri bana itici güç oldu ve moral verdi.
Dağ tırmanışlarında kondisyon kadar önemli bir diğer nokta dayanıklılık ve fiziksel kondisyonun yanında gereken mental kondisyon. Yani hırs ve azim. Tabi ki bu hırs ve azim hiçbir zaman gözünüzü kör etmemeli gerektiğinde de geri dönmesini bilmelisiniz.
Tırmanışın kalan kısmında kendimce bir yöntem geliştirdim. Benim için oldukça işe yaradığını söyleyebilirim. Derin ve batak kar sebebi ile bata çıka iz açarak tırmanmanın zorluğundan bahsetmiştim. Daha hızlı ilerlemek amacı ile 20 adım atıp birkaç nefes soluklanıp öyle tırmanmaya devam ettim.
Artık zirvedeki bayrağı görmüştüm. Zirvenin hemen altındaydım ve İsmail hocanın sesini rahatlıkla duyabiliyordum. “ Ha gayret az kaldı. Bitti “ 
Oh be! Diyerek son bir gayretle düzlüğe çıktım. En azından aklımdan geçirdiğim geniş bir düzlük ile karşılaşmak ve oracığa yığılarak uzanmak ve dinlenmekti.
Peki, beni bekleyen öyle bir düzlük müydü?
Hayır!



Zirveye ulaşmak için dikkatlice geçmem gereken, dağcılıkta kılçık diye tabir edilen 2 kişinin yan yana geçmesi mümkün olmayan sağlı sollu dik eğim sebebi ile yuvarlanma riski içeren bir geçişi aşmam gerekiyordu. Doğruyu söylemek gerekirse, ilk geçişte ister yorgunluk ve bitkinlik deyin ister artık zirveye varmış olmanın verdiği mutluluk deyin, kılçığı çok fazla dert etmeden hızlıca geçtim. Dönüşümü? İlk geçişte beni çok fazla etkilemeyen bu kılçık geçişinden, zirve dönüşünde ikinci sefer geçerken ürkmedim dersem yalan olur.





Evet, nerede kalmıştım? Artık Erciyes dağının 3917 metre rakımlı zirvesinin tepesindeydim. Müthiş bir manzara, sanki bu dünyada değilmişim hissi uyandıran müthiş görsel bir şölen. Bulutların üzerinde tek kelime ile harika bir atmosferin içerisindeydim.
Ama bu atmosferi doya doya yaşamanın inanın çok fazla mümkünatı yoktu. Çünkü şiddetli rüzgâr ve soğuk size buraya ait olmadığınızı fazlası ile hissettiriyordu. Hızlıca çekebildiğim kadar fotoğrafı cep telefonum ile çekmeye çalıştım.




Artık arkadaşlar dönmemiz gerektiğini işaret ediyordu. Hızlıca sırt çantamı tekrar sırtıma aldım ve dönüş için tekrar, ilk seferinde sorunsuz geçtiğim kılçığa doğru yöneldim. İnanın ikinci sefer geçişim ilki kadar kolay olmadı.



Dönüşümüz yine şeytan rotasından olacaktı. Ama çıkışımızdan daha kolay olacağı Ahmet Köse abiyi görene kadar aklıma gelmemişti. Ahmet abinin o dik yamacı oturarak kaymak sureti ile indiğini görünce ben ve Mehmet’de aynı şekilde onun arkasından kendimizi dik yamaç boyunca aşağıya doğru salıverdik.  Dik eğim sureti ile kontrolsüz bir şekilde hızlanıyorsunuz. Bende kontrolsüz bir şekilde hızlandığım anlarda elimdeki kazma vasıtası ile hızımı düşürmeye çalıştım. Yine anlık bir dikkatsizlik kontrolsüz bir şekilde kayalara çarpmamıza sebep olabilirdi. Ama ne diyeyim? Müthiş keyifliydi. Saatler süren çıkışımızı bir çırpıda kayarak tamamlamıştık.
Şeytan boğazı çıkışında, artık dönüş yolunda yorgunluğumdan hiçbir eser kalmamıştı. Hızlı bir şekilde çoban inine doğru ilerliyorduk. Sanırım rahatlık dan ve zirveyi yapmış olmanın verdiği heyecan ile hızlıca dönüş yolunda ilerliyor olmanın verdiği dikkatsizlik olsa gerek ayağımın kayması ile düşmem bir oluverdi. Düşerken sağ elimin orta parmağını iki taş arasında sıkıştırdım. Çıkan çat sesi ve parmağımın birden orta boğumdan şişmesi “ Sanırım kırdım.” Diye düşünmeme sebep oldu. Hızlıca düştüğüm yerden kalktım. Sıcağı sıcağına olsa gerek her hangi bir acı hissetmiyordum. Arkamı döndüm ve çıktığım Erciyes dağının zirvesine uzun uzun baktım. Kendi kendime gülümsedim ve “ Bu muhteşem dağ için bir kırık bir parmak? Çok şükür.” Diye içimden geçirerek yoluma devam ettim.
Tesislere döndüğümüzde artık hava kararmıştı. Sabah saat 06.00’da başlayan tırmanışımız yine akşam saat 18.30 gibi sona ermişti. Yaklaşık 12-13 saat süren muhteşem ama bir o kadarda zorlu bir tırmanış olmuştu.


Tüm ekip birbirimiz tebrik ettikten sonra hızlıca toparlandık. Kayserili dostlarımız beni otogara bırakacak ve bende ilk otobüs ile Bursa’ya dönecektim.
Arkamda müthiş bir dağ ve hala görüştüğüm birbirinden değerli dostlar bırakarak dönüş yoluna geçtim. Yazımın başında da yazdığım gibi Erciyes dağının ve sevgili Kayserili dostlarımın kalbimde her zaman özel bir yeri olacak. Bu yazı vesilesi ile dostlarıma tekrar selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Hakkı Şenkeser.




Yorumlar