15 Temmuz Cumartesi günü Bursa Uludağ’da, Uludağ Ultra isimli bir koşu organizasyonu düzenlendi.
Koşunun devam ettiği saatlerde, Uludağ’ın 2543 metre rakımlı zirvesindeki yürüyüşüm
boyunca, koşuculara yön tayini
yapabilmeleri için konulmuş işaretlerden geçtiğim için yazımın başlığını da,
“Ultra maratoncuların izinde Uludağ zirve” olarak yazmak istedim. Zirveden
ayrıldıktan hemen sonra, Karataş tepelerinin bittiği düzlükte maratonda koşan
İsmet Ablay ağabeyimizi görmek ve ayaküstü kısa bir sohbet yapmak ise çok
güzeldi. İsmet ağabeyimizi buradan
tekrar tebrik ediyorum.
Pazar sabahı
saat 10.00’da Uludağ’ın zirvesine doğru oteller 1.bölgeden, kayak eğitim
merkezi önünden hareket ettiğimizde aklımda aynı zamanda Uludağ ultra maratonu
da vardı. Kasım 2016’da koştuğum ilk maraton olan İstanbul maratonu sonrasında
bir ultra maraton koşabilmeyi çok istiyordum. Hatta Nisan ayında koşulan İznik
ultra maratonunda sınırlarımı zorlayacak bir parkurda koşmayı düşünmüş ama iyi
bir hazırlık dönemi için kısıtlı vaktim olduğu için bu hayalimi ileriki bir
tarihe ertelemeye karar vermiştim.
Kafamdaki bu
düşünceler ile buzcular patikası boyunca ilerlediğimiz bilinen adıyla jeep yolu
boyunca Uludağ’ın kuzey yamaçları, Kırkpınarlar su havzası üzerinden devam
ederek yaklaşık 5 kilometrelik bir yürüyüş sonrasında eski maden sahasına
vardık. Maden sahası içinden yine dik ve kıvrımlı 2 kilometrelik toprak yol
boyunca devam ederek küçük zirve olarak da adlandırılan Keşiş tepeye çıkan önümüzdeki
son dik engel olan kapının önüne vardık. Patikanın başında sağda görülen büyük
çukur, kar çukuru olarak adlandırılıyor. Osmanlı döneminde sarayın ve şehrin
ihtiyacı olan kar ve buz kesilerek katırlara yüklenmek suretiyle geldiğimiz
yoldan gerisin geriye buzcular patikası takip edilerek Bursa’ya taşınırmış.
Yazımın konusunu çok fazla değiştirmemek için Evliya Çelebinin, Seyahatname
adlı eserinde de anlattığı bu güzergâh ile ilgili daha sonra ayrıntılı yazmak
üzere şimdilik Uludağ zirve yürüyüşümüze kaldığım yerden devam ediyorum.
Kapının başında,
önümüzdeki oldukça dik olan bu tepeyi çıkmaya başlamadan önce kısa bir su ve
soluklanma molası verdik. Bu sırada Uludağ ultra maratonunun 50 ve 77 K
parkurunu koşan koşucularında bu dik tepeyi indiklerini gördük ve onları
alkışlayarak moral ve destek verdik.
Ultra
maratonlara aslında bu kadar çok ilgi duymamın sebebi dağlar. Evet, özellikle
dağlarda koşulan ultra maratonlar benim çok daha fazla ilgimi çekiyor.
Kapıyla beraber
artık ultra maratoncuların takip ettiği parkur güzergâhına girmiştik. Yol
boyunca yapılan işaretlemeleri takip eden koşucular önümüzden ama koşarak ama
yürüyerek devam ediyorlardı. Bu tip coğrafyalarda bırakın koşmayı yürümek bile
çok zordur. Onun için burada koşan tüm sporcuları tekrar tebrik ediyor ve
alkışlıyorum.
Kapıyı çıkıp
rasat düzüne vardığınızda sağınızda tepenin üzerinde gördüğünüz taş kulübe,
dağcı barınağı, tepenin ismi de Uludağ küçük zirve olarak adlandırılıyor. Keşiş
tepe olarak da bilinen bu tepenin yüksekliği 2486 metre. Büyük zirve olarak
adlandırılan 2543 metre rakımlı tepeden 57 metre daha kısa.
Rasat düzü
boyunca yine pek çok ultra maraton koşucusu ile karşılaştık. Birçoğu ile kısa
sohbetler ettik. Çoğunluğu Bursa dışından gelmiş koşucular oldukları ve Uludağ’ı
çok iyi tanımadıkları için doğru yolda olup olmadıklarını soran bazı koşuculara
da yol hakkında kısa bilgiler verdik.
Karataş
tepelerin altından zirveye doğru son dik patikayı da çıktığımızda saat 14.00
olmuştu. Yazımın başında yazmayı atladığım hava şartları bence Temmuz ayında yapılan
bir zirve faaliyeti için oldukça serin ve uygundu. Yer yer dağı kaplayan sis
görüş açısını düşürdüğü için özellikle zirve dönüş yolunda işaretlemeleri
zorlukla gören koşucuların tedirginlik yaşamasına sebep olmuş olabilir. Ama
burada da organizasyon yetkililerini tebrik etmek lazım. İşaretlemeler kısa
aralıklar ile ve yeterince yapılmıştı.
Zirve taşına
birde ultra maratoncular için defter bırakıldığını arkadaşlarımdan duydum.
Buradan geçen tüm maratoncular defteri imzalamışlar. Koşunun 77 K mesafeli
parkuru Zeyniler Köyünden başlayarak sırayla Cumalıkızık ve Hamamlıkızık köyleri,
Kürekli şelalesi, Saitabad köyü, göller bölgesi, Uludağ zirve ve tekrar
Zeyniler köyünde son bulan bir koşu. Umarım yıllardır birçok kez yürüdüğüm bu güzergâhlarda bir ultra maraton koşucusu
olarak yer alabilirim düşüncesi ile zirvede karnımızı doyurduktan sonra dönüş
yoluna geçtik.
Dönüş yolunda
sis sebebi ile zirveden gölleri göremeyen ve ilk kez zirve yapan Mümin
ağabeyimizin gölleri biraz daha yakından görebilmesi için birlikte yürüdüğümüz
Ömer Bayraktar kardeşimiz ile birlikte Karataş tepeleri üzerinden geçerek uzun
uzun gölleri seyrettik. Bu bölgeye en son Şubat ayında yaptığımız Uludağ kış
zirve tırmanışında gelmiştim. O zaman tamamen donan ve karla kaplı olan göller
bölgesinde sadece kilimli gölün hemen arkasında kalan buzlu gölde yer yer buz
parçaları kaldığını gördük.
Yazımın başında
da yazdığım gibi Karataş tepeleri aşıp düzlüğe indiğimizde arkamızdan gelen 2
ultra maratoncuya seslendiğimizde çok güzel bir sürpriz ile karşılaştım. “Şenkeser”
diye seslenen koşucuya doğru baktığımda İsmet Ablay ağabeyimizi görmek
gerçekten harikaydı. Yine çok güzel bir tesadüf bu yazıyı yazmak için akşam
bilgisayarımın başına oturduğumda sosyal paylaşım sitesi facebook da kendisini
tebrik eden bir yorumumun altına yazdığı,
“Hakkı kardeşim
çok teşekkür ederim. Sağ olasın. Seninle zirvede karşılaşmak harikaydı. Bize moral
oldu. Hiç aklımıza gelmedi anı
ölümsüzleştirmek. İnşallah bir gün zirveye beraberce çıkarız. Bizi orada en iyi
anlayacak, ne çektiğimizi bilecek olan sizin gibi dağcılar. Sevgi ve selamlar.”
Yorumunu okumak
çok güzeldi. Kalp kalbe karşıydı. Bende bu yazıyı yazarken neden İsmet ağabey
ile bir resim çekip anı ölümsüzleştirmedik diye kendi kendime çok hayıflandım.
Umarım yine onun da söylediği gibi birlikte zirve faaliyeti yaparız. Ben buradan kendisini
bu zorlu parkurda koştuğu için tebrik ediyor ve sağlıklı bir şekilde uzun
yıllar boyunca koşmasını temenni ediyorum.
İsmet ağabeyden
ayrıldıktan kısa bir süre sonra yolda 2 kadın ultra maratoncuya rastladık.
Oldukça yorgun ve bitkin durumdaydılar. Birisi telefonu ile sanırım finish
noktasındaki bir yakını ile iletişim kurmaya çalışıyorlardı. Bir diğeri bana
daha ne kadar yol olduğunu ve kalan mesafeyi sordu. Teleferik istasyonuna
ineceklerini söyleyince kendilerine doğru yolda olduklarını, işaretlemelerin
görünür, kısa aralıklar ile ve yeterli olduğunu söyleyip takip etmelerini
söyledim. Oldukça bitkin görünmeleri sebebiyle susuz kalmış olabileceklerini
düşünüp. “Suyunuz var mı?” Diye sorduğumda her iki koşucunun da sularının
kalmadığını öğrendim. Bu mevsimde özellikle Uludağ’da açık alanda koşuyorsanız
susuz kalmanız çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Kendilerine su
verebileceğimi söyleyince her ikisi de oldukça sevindi. Yaklaşık 1 litre suyu
her iki koşucunun mataralarına paylaştırdım.
Dağlarda bir kez
hem de kış ayında yaşadığım susuzluğu hiç unutmam. 2014 Ocak ayında Sarıkamış
Allahuekber dağları zirve tırmanışı dönüşünde yanımda hiç suyum kalmamış ve
kamp alanına kadar kar yiyerek susuzluğumu gidermeye çalışmıştım. O gün ekip
olarak yanımıza ortak su almış ve yol boyunca suyumuzu ortak kullanmıştık. O
günden bu yana yaz kış demeden yanıma her zaman ihtiyacımdan fazla su alırım.
Kapıyı inip,
geldiğimiz yoldan oteller bölgesine bıraktığımız araçlarımızın başına
geldiğimizde saat 19.00 olmuştu. Yaptığımız 24
kilometrelik bu dağ yürüyüşü benim içinde çok iyi olmuştu. Arka arkaya 3 hafta
sonu güzel antrenman yapmıştım. 2 Temmuzdaki 10 K Kazancı koşusu, 9 Temmuzdaki
15 K Leylek koşusu ve 15 Temmuzdaki 24 K Uludağ zirve yürüyüşü. Her biri Kasım
ayında koşmayı planladığım İstanbul maratonu için güzel antrenmanlardı.
Bir sonraki
yazımda görüşmek üzere. Hoşça kalın.
Hakkı Şenkeser.
Yorumlar
Yorum Gönder