Merhaba
arkadaşlar, dün sizler ile ilk bölümünü, John Bingham’ın “Bitirmem mucize
değil. Asıl mucize başlamak için gösterdiğim cesaret.” Sözüyle başlayarak
paylaştığım “Maraton Koşmak” başlıklı yazımın 2. Bölümünde geçtiğimiz sene
koştuğum İstanbul Maratonu tecrübelerimi paylaşmaya devam ediyorum.
Maratonu
bitirmek ve bu mesafeyi koşacak olmayı düşünmenin yanı sıra maraton ile ilgili merak
ettiğim, beni çeken taraflarından birisi de hemen hemen tüm maraton yazılarında
karşıma çıkan, maraton koşanların tamamının bahsettiği o meşhur, “Duvar” 30
kilometre duvarına çarpmak kavramıydı.
Peki, neydi bu
duvar? Ve neden herkes genellikle 30 km.den sonra ortaya çıktığını söylüyordu.
Okuduğum tüm kaynaklar ve koşucu tecrübelerinin paylaşıldığı yazılar da
koşucuların 30 kilometrede birden tükenmelerinden ve duvara çarpmışçasına gerek
fiziksel gerek mental olarak yarışı bırakma düşüncesine
girdiklerinden bahsediyordu.
Bilimsel
kaynaklarda ise, 30 kilometre duvarının, fizyolojik olarak bacak kaslarındaki
glikojen depolarının tükenmesi hadisesi olduğu ve vücudu 30 kilometre boyunca
taşıyan kasların artık enerjisinin tükenme noktasına geldiği için koşucunun
daha fazla ilerleyemez noktaya gelmesi durumu olarak geçiyor. Duvara çarpma! Vücuttaki
glikojen (karbonhidratın vücutta depolanmak üzere dönüştürülmüş hali)
seviyesinin sıfıra inmesi anlamına geliyor. Bu yüzden koşunun otuzuncu
kilometresine gelindiğinde yaşanan bu durum sebebi ile beyin, tükenen kaynaklar
sebebi ile vücudu korumaya almak amacı ile koşucuya, “artık koşuyu bırak”
telkinleri yapmaya başlıyor.
Benzer bir duyguyu, 2 sene önce yoğun kar yağışı ve tipi altında yaptığım Erciyes kış tırmanışında yaşamıştım. 3917 metrelik zirvenin en zor ve dik kısımda, batak ve derin karda şeytan kulvarından kazma ile tırmanırken saatlerce süren tırmanışın yorgunluğu, soğuk hava, tipi, rüzgâr ve oksijenin nispeten deniz seviyesine göre daha az olması sebebi ile tükendiğimi hissetmiş ve bırakmayı düşünmüştüm. Ama o gün pes etmedim. Son bir gayretle gücümü toplayarak mücadeleye devam ettim ve sonunda zirveye çıktım. Şimdi de özellikle Türkiye’nin pek çok dağında yaptığım, gerek fiziksel gerek mental olarak sınırlarımı zorlayan dağ tırmanışlarının verdiği tecrübe ile maratonu bitirebileceğime inanıyordum.
Benzer bir duyguyu, 2 sene önce yoğun kar yağışı ve tipi altında yaptığım Erciyes kış tırmanışında yaşamıştım. 3917 metrelik zirvenin en zor ve dik kısımda, batak ve derin karda şeytan kulvarından kazma ile tırmanırken saatlerce süren tırmanışın yorgunluğu, soğuk hava, tipi, rüzgâr ve oksijenin nispeten deniz seviyesine göre daha az olması sebebi ile tükendiğimi hissetmiş ve bırakmayı düşünmüştüm. Ama o gün pes etmedim. Son bir gayretle gücümü toplayarak mücadeleye devam ettim ve sonunda zirveye çıktım. Şimdi de özellikle Türkiye’nin pek çok dağında yaptığım, gerek fiziksel gerek mental olarak sınırlarımı zorlayan dağ tırmanışlarının verdiği tecrübe ile maratonu bitirebileceğime inanıyordum.
Ama zaman çabuk
geçiyordu. İstediğim gibi hazırlanabildim mi? Bu soruya verebileceğim cevap maalesef
kocaman bir hayırdı. Hafta içerisinde genellikle yaptığım genelde düşük
yoğunluklu sadece koşu tekrarlanabilirliğini arttırmaya yönelik antrenmanların
dışında Adım Adım Bursa grubu ile düzenli yaptığım Çarşamba akşamı Mihraplı
Park çaylaklar antrenmanı ve Cumartesi sabahı Botanik Park antrenmanları
dışında maalesef ciddi bir antrenman planını takip etme fırsatım olmadı.
O zamana kadar en
uzun koştuğum mesafe yarı maratondu, bu sebeple daha uzun mesafelerde vücudumun
vereceği tepkileri ölçmek amacı ile en azından hafta sonu antrenmanlarında 30
km koşmak istedim, ama niyetlendiğim dönemlerde dizimdeki sakatlığım buna izin
vermemişti.
Açıkçası bu durum
beni maraton öncesi bayağı bir endişelendirmişti. Ne yaparım? Nasıl
koşarım? Diye düşündüğüm zamanlar olmuştu.
Sanırım benim
için geriye tek bir yol kalıyordu. Yaşayarak yani koşarak öğrenmek.
Her ne kadar
uzun koşular anlamında çok geride kalmış olsam da ümidimi arttıran, maratonu sağlıklı bir biçimde
tamamlayabileceğimi düşünmemi sağlayan yaptığım uzun dağ tırmanışları ve
yürüyüşleri oldu. Özellikle Uludağ zirve, göller, Bursa iniş ve çıkışları,
toplamda 30-35 kilometreleri bulan dik iniş ve çıkışlı parkurlar da yaptığım
yürüyüşlerin, yüksek rakımlı dağ tırmanışlarının maratonu tamamlayabilmek için
olmaz ise olmaz olan dayanıklılığı kazandırdığını biliyordum.
Dağcılık
yapanlar bilirler bu tip etkinlikler size ciddi bir bacak kuvveti, dayanıklılık,
kondisyon, sabır ve her şeyden önemlisi mental kuvvet kazandırırlar. Dağcılar
her türlü zor şartlar altında büyük bir azim ve sabırla hedeflerine yani
zirveye ulaşmasını bilirler. İşte ben de maratonu tamamlayabilmek açısından
kuvvetli olduğum bu tarafıma fazlasıyla güveniyordum.
Her şeyin ilki
hem zordur hem unutulmazdır. Maraton koşmak benim için aynen öyle oldu. Bu
yazıyı yazdığım bugün bile tüm maraton sürecini hala dün gibi hatırlıyorum.
Yarışın bir gün
öncesin de, sanırım hem heyecanın hem de yarış günü sabaha karşı Bursa’dan yola
çıkacak olmamızın da etkisi ile olsa gerek çok iyi uyuyamamıştım. Ama
kesinlikle maraton öncesinde çok iyi uyunarak dinlenilmeli. Maraton koşusuna
iyi dinlenmiş dinç bir vücut ile başlanılmalı.
Önümüzdeki sene
ise kesinlikle daha iyi dinlenerek hatta gerekirse bir gün önceden İstanbul’a
giderek daha dinç ve zinde bir şekilde koşuya başlamayı düşünüyorum.
İş hayatınızda işletmeci
olmanın, üretimde çalışıyor olmanın devamında proje yönetiminin kazandırdığı bazı
alışkanlıklar vardır. Elinizdeki malzemeye göre planlar ve hedefe ölçülü risk
alarak yürürsünüz. Ben de maraton öncesinde, her dağ tırmanışımın öncesinde de
yaptığım gibi maraton parkurunu, iniş ve çıkışlarını inceledim.
İlk
defa maraton koşan pek çok koşucunun deneyimlerini büyük bir merak ile okudum.
Çok iyi antrenman yapamamış olmam sebebi ile maratonu sakatlanmadan ve sağlıklı
bir şekilde bitirmek amacı ile kendime 5 saat hedefini koydum. Kendi adıma da
buna “Haddini bilerek koşmak” dedim.
Her dağ ve zirve
tırmanışımda yaptığım gibi dersime çok iyi çalıştım. Parkuru detaylı harita
üzerinde inceledim ve kafamda küçük parçalara böldüm. Kesinlikle bitirilemez
gibi durmuyordu. Dağ tırmanışlarımdan edindiğim tecrübe ile vücudu susuz
bırakmamak ve besinsiz kalmamak gerekliliğinin farkındaydım.
Yarış öncesin de bu amaçla glikojen depolarımı takviye etmek amaçlı iyi beslendim ve
yarışın hemen öncesinde bir adet 500cc. İzotonik sporcu içeceğini
tükettim. Ve bir şişe izotenik sporcu içeceğini de 15.kilometreye
kadar elimde taşıdım ve 15.kilometreden sonra kaybettiğim minareleri yerine
koymak için takviye olarak yavaş yavaş tükettim.
Hep merak
ettiğim hatta dağ tırmanışların da bile
kullanmayı düşündüğüm. Ama bir türlü kullanmaya fırsatım olmayan, besin takviyelerinden olan sporcu jellerini ise yarış günü koşumu
riske atmamak için yine kullanmadım. Ama uzun koşu süresi boyunca
enerjisiz de kalmamak, işimi şansa bırakmamak adına bal tahin pekmez karışıklı küçük
tüplerden oluşan doğal enerji kaynağı takviyelerimi de cebime almayı ihmal
etmedim. Her 2,5 kilometrede bir tüpü su
ile birlikte sıkarak tükettim. Bunun bana ihtiyacım olan enerji kaynağını hızlıca sağlayacağını yine dağ
tırmanışlarımdan
edindiğim tecrübelerimden biliyordum.
Koşu öncesin de bir adet spor içeceği tüketmeniz
öneririm. Yarıştan 2 saat önce yavaş yavaş yudumlayarak alacağınız bu içecek
vücudunuzdaki tüm eksik mineralleri
ve glikojeni yerine koymanız da yardımcı olacaktır.
Koşu sırasında da glikojen seviyenizi birden fazla yöntemle yükseltebilirsiniz. Koşu sırasında kullanacağınız sporcu içecekleri ve jeller bunu
sağlayacaktır. Sporcu içeceği derken enerji içeceklerini kastetmediğimi altını
çizerek belirtmek isterim. İçeriğin de yoğun miktarda kafein bulunan enerji
içecekleri bence hiçbir spor aktivitesi öncesin de ya da sonrasın da kesinlikle
kullanılmamalı.
Yarış sırasında altı, yedi kilometrede bir jel
kullanabilirsiniz. Yine de bu yöntemi maraton öncesinde yaptığınız antrenmanlarınız da (uzun koşu ve bisiklet antrenmanlarında) uygulamanızda
ve kullandığınız jelin üzerinde yazan talimatlara sıkı sıkıya bağlı kalmanızı tavsiye ederim. Ben kendi adıma önümüzdeki sene
tekrar koşmayı planladığım maraton öncesinde bu jelleri kullanarak vücudumda
göstereceği reaksiyonları test
etmeyi düşünüyorum.
Evet sevgili arkadaşlarım, sanırım yine uzunca bir yazı oldu. O halde "Maraton Koşmak"
başlıklı yazımın üçüncü bölümünde yarın görüşmek üzere hoşça kalın...
Hakkı Şenkeser
Yorumlar
Yorum Gönder