Geçtiğimiz Mart ayında yazmaya ve yazdığım yazılarımı
sizler ile paylaşmaya başladığım, Hakkı Şenkeser “Benim Dikey Dünyam” başlıklı
kişisel bloğumda daha önceden Sarıkamış’ı ve Allahuekber dağına yaptığımız kış
tırmanışını yazacaktım. Ama bu yazı için en uygun zamanın Sarıkamış Şehitlerini
Anma Haftası, yani 22 Aralık haftası olduğunu düşünerek içinde bulunduğumuz bu tarihe ertelemiştim.
Müsaadenizle bu yazımı, Aziz Vatanımızın ve Türk Milletinin ilelebet yaşayabilmesi için canlarını, kanlarını feda etmiş tüm şehitlerimizin anısına yazıyorum. Ruhları şad olsun.
Türkiye Dağcılık Federasyonunun, Sarıkamış Harekâtının
100.yıl dönümü sebebiyle geleneksel olarak düzenlediği, Sarıkamış Şehitlerini
Anma Tırmanışı etkinlik duyurusu yayınlandığında, "Bu tırmanışa muhakkak katılmalıyım" diye içimden geçirmiştim.
İlerleyen günlerde Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) ile iletişime geçerek kayıtlarımızı yaptırarak etkinlik tarihini beklemeye başladık. Önümüzde çok fazla zaman kalmamıştı. Sarıkamış'a ulaşım için önümüzde bir kaç alternatif vardı. Biz bu seçeneklerden otobüs yolculuğunu seçerek yola çıkışımızdan bir gün önce bizi Sarıkamış'a götürecek otobüs biletlerimizi almıştık.
Tırmanış programının 2 gün olması, gece dağda çadır kurulup kamp yapılacak olması ve tırmanışın aynı zaman da kış tırmanışı olması sebebiyle hazırlıklara bir kaç gün öncesinden başlamış ve gerekli kamp malzemelerim, tırmanışa uygun kışlık kıyafetlerim, botum ve kask, kazma , krampon gibi teknik malzemelerimi önceden hazırlamıştım.
Nihayet 19.12.2014 tarihinde bizi Kars, Sarıkamış'a
götürecek otobüs ile gündüz saat 11.00’de Bursa otogarından Yeşil Bursa
Dağcılık Kulübünden arkadaşlarımız ile hareket ettik.
Etkinliğe birlikte katılacağımız 3 arkadaşımızdan Kamer Yıldıran ağabey önden tren yolculuğu ile yola çıktığı için biz Mustafa Furkan Karaman ve Kadir Soyaltın ile otobüs yolculuğu yapacaktık.
Yaklaşık 20 saatlik otobüs yolculuğu boyunca içimde
müthiş bir heyecan vardı. Nasıl olmasın ki?
90 bin Mehmetçiğin, zorlu kış mevsiminde, soğuk ve tamamen karlar ile kaplı, çok yüksek
dağlık bir arazide, üstüne üstlük mevsime uygun olmayan yazlık kıyafetler ve
erzaksız bir halde Rus düşman kuvvetleri ile yaptıkları savaşta donarak şehit
oldukları topraklara gidiyordum.
1.Dünya Savaşı sırasında, 22 Aralık 1914 ve 15 Ocak
1915 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu ve Rus İmparatorluğu arasında
Sarıkamış’ta geçen bu kara savaşı, Osmanlı İmparatorluğunun ve dönemin siyasi
ve askeri şahsiyetlerinin hatalarıyla tam bir trajediye dönüşmüş.
Rusların, Türk Genelkurmay kayıtlarının, tarihçilerin,
dönemin askeri ve sivil uzmanlarının verdiği kayıp rakamlarının bence hiç önemi
yok. Kimi 90.000 kimi 30.000 kayıptan söz ediyor. Rakamı arttırma ya da azaltma
çalışmaları, askerlerimizin o topraklarda vatan uğruna donarak şehit olmaları
gerçeğini değiştirmiyor ki!
Bence Sarıkamış, Çanakkale kadar kutsaldır. Çanakkale
toprakları 250 bin şehidimizin kanlarıyla sulanmıştır. Fakat Sarıkamış’ta şehitlerin
kanları değil soğuktan donan bedenleri toprağa karışmış. Çünkü onların o
soğukta akacak kanları bile yoktu. Kanları daha damarların dayken donmuştu.
İşte bu duygular içerisinde, yaklaşık 20 saatlik
yorucu bir otobüs yolculuğu sonrası Cumartesi sabahı saat 07.00 gibi
Sarıkamış’a vardık.
Otobüsten indiğimizde bizi müthiş bir dondurucu Sarıkamış
soğuğu ve ayazı karşılamıştı. Cadde ve kaldırımlar buz tuttuğu için
ayaklarımızda ki dağcılık botlarıyla bile yürümekte zorlanıyorduk. Bir de
sırtlarımızda ki ağır kamp yüklerini düşünecek olursak bu buz tutmuş sokaklarda
yürümenin zorluğunu siz tahmin edin.
Türkiye’nin dört bir yanından tırmanış için gelecek
diğer dağcılar ile Sarıkamış Gençlik Hizmetleri
ve Spor İlçe Müdürlüğünde saat 10.00’da buluşulacaktı. O saate kadar önümüzde
bayağı bir vaktimiz vardı. Bizde ilk olarak hem kahvaltı yapmak hem de soğuktan
biraz kurtulup içimizi ısıtmak amacıyla şehir merkezinde bir çorbacı aramaya
başladık.
İlçe merkezinde gördüğümüz ilk çorbacıya
kendimizi attık desem sanırım yanlış olmaz. İçeride bizim gibi farklı
şehirlerden gelmiş dağcı dostlar ile selamlaşıp sıcacık bir çorba ile hem
kendimizi hem de içimizi ısıttık. Dağlarda bir söz vardır. “Dağcı içeriden
ısınır.” İnanın içeceğiniz sıcak bir içecek sizi üzerinizde ki o kalın kışlık
kıyafetlerden çok daha fazla ısıtıyor.
Artık toplanma noktasına gitme vakti
gelmişti. Oraya vardığımızda Türkiye’nin dört bir yanından gelen dağcı
dostlarımızın da toplanmaya başladıklarını gördük. Bir kısmı ile zaten daha önce
farklı yer ve tarihlerde yaptığımız tırmanışlardan tanışıyorduk. Zaman hasret
giderme dostlar ile sarmaş dolaş olma kucaklaşma, hasret giderme vaktiydi. O dostlardan birisi de daha bir kaç ay önce birlikte yine Kayseri Erciyes dağına kış tırmanışı yaptığımız Kayseri Dağcılık Federasyonu İl Temsilcisi İsmail Yılmaz hocamızdı. Bu yazı vesilesiyle ona da selamlarımı gönderiyorum.
Toplanma noktasında, “Haydi çantaları
kamyona yüklüyoruz” uyarısıyla ağır
çantalarımızı bir bir bizi bekleyen kamyona yükledik. Programa göre çantalar
kamyon ile önden tırmanışın başlayacağı Sarıkamış ilçe merkezine yaklaşık 50
kilometre mesafedeki Selim ilçesine bağlı Sarıgün Köyüne gidecekti.
Bizde dağcılar için tahsis edilmiş
otobüsler ile önce ilçe merkezinin dışında yaklaşık 2 kilometre mesafedeki
Şehitlik Anıtına giderek, tüm dağcılar ile anma törenine katılacak oradan da
Sarıgün Köyüne doğru yola çıkacaktık.
Şehitlik anıtına vardığımızda saat 11.00’e
geliyordu. Anıtta topluca saygı duruşu yapılıp, İstiklal Marşı okundu. TDF’nin o tarihteki
Başkanı, Sayın Alaattin Karaca’nın yaptığı konuşma sonrası anıtta bir süre daha
hem anıtı gezmek hem de şehitlerimiz anısına dua etmek amacıyla kaldık.
Sarıkamış şehitliği vatanı uğruna üzerleri karlar ile örtülmüş bu kahramanlar için 1996 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Sarıkamış İlçe merkezi girişine yaptırılmış.
Şehitlik abidesinde sizi Necmettin Halil Onan'ın kitabe üzerine yazılmış "Dur Yolcu" mısraları karşılıyor.
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu
ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Şehitlik anıtında yine Kayserili dostlarım, ağabeylerim Mehmet ve Ahmet Köse ile karşılaşmak bu anlamlı tırmanışta birlikte olmak benim için çok anlamlıydı. Buradan yüreği güzel bu dostlarıma da selamlarımı gönderiyorum.
Anma töreni sonrası artık güzergâhımız
Sarıgün Köyüydü. Köye vardığımızda öğlen saatleri olmuş güneş Aralık ayının
sonlarında olmamıza rağmen ısıtmaya başlamıştı. Biz geldiğimizde kamyondan
çantalar indirilmeye başlanmıştı. Etkinlik sorumlusu köyde çok fazla vakit
geçirmeden geceyi geçireceğimiz kamp yerine doğru hareket edeceğimizi
hatırlatmasıyla çantalarımızı yüklenerek yürüyüş düzeninde sıraya geçtik.
Oldukça kalabalık bir dağcı grubuyduk.
Daha öncede söylediğim gibi bu anlamlı tırmanış için memleketin dört bir
yanından dağcılar gelmişti. Zaten daha sonra bizlere de 64 dağcılık kulübünden
toplam 178 dağcının bu tırmanışa katıldığı bilgisi verildi.
Tek
sıra düzeninde Allahuekber dağının eteklerinden başlayarak kamp yerine doğru
yürüyüşe geçtik. Ağır kamp yükleriyle karda yer yer bata çıka yürüyerek
yaptığımız tırmanış oldukça yorucuydu. Nitekim bu tarihten sonra, önümüzde ki
yıllarda yapılan tırmanışlarda program değişikliği yapıldı. Artık dağcılar
Sarıgün Köyünde kamp kurarak bir gün dinlenip ertesi gün kamp yerine doğru
yürüyüşe başlıyorlar.
Nerede kalmıştım? Kamp yerine doğru hem
rakım olarak yükseldiğimiz hem de ağır kamp yüklerimiz ile karda zorlukla
yürümeye çalışırken güneşinde etkisiyle terlemeye başlamıştım. Üzerimdeki montu
çıkararak sırt çantama astım ve polar ile yürüyüşüme devam ettim. Her ne kadar
güneş ısıtıyormuş gibi gözükse de havanın ne derece soğuk olduğunu verdiğimiz
kısa molalarda anlıyordum.
2800 metre rakımdaki, nispeten düzlük,
kalabalık grupların çadır kurmasına uygun bir bölge olan kamp alanına 4 saatlik
uzun ve yorucu bir tırmanış sonrasında nihayet varmıştık. Sanırım Güneşin
batmasına ve havanın kararmasına çok az bir vakit kalmıştı. Nitekim hava da
soğumaya başlamış, esmeye başlayan soğuk rüzgârın uğultuları gecenin ne derece
zor geçeceğini sanki şimdiden bize haykırmaya başlamıştı.
Kamp alanı neredeyse bir şantiye
görünümüne bürünmüştü. Dağcılar hızlıca kendilerini gecenin soğuğundan
koruyacak çadırlarını kurmaya başlamıştı. Kamp alanı yumuşak batak kar dolu bir
bölge olduğu için çadırı kurmadan önce alanda düzenleme yapmak gerekiyordu. Biz
de hızlıca elimizdeki kar kazmalarının da yardımıyla çadırı kuracağımız zemini
önce düzelttik sonra da karı ayaklarımızla çiğneyerek düz bir zemin oluşturmaya
çalıştık.
Zaten neredeyse birkaç saat dahi
uyumadan yaptığım 20 saatlik otobüs yolculuğu, ardından kamp yüküyle yaptığımız
uzun ve yorucu yürüyüş beni ciddi bir biçimde yormuştu. Artık bir an önce
çadırı kurup içine girmek ve dinlenmek istiyordum.
Nihayet çadırımızı kurmuş ve içerisine
sığınmıştık. Sığınmıştık diyorum. Çünkü biz çadıra girdiğimizde artık güneş
tamamen batmış soğuk ciddi bir şekilde kendisini hissettirmeye başlamıştı.
Çadıra girer girmez ilk işimiz kar
eritip su elde etmek oldu. Arkasından da sıcak bir şeyler içebilmek amacıyla
paket çorba yapmak oldu. Yazarken kolay geliyor ama daha en baştan kamp ocağını
yakmak bile bizim için büyük bir problem olmuştu. Nitekim soğuk havanın da
etkisi ile tüp içerisindeki sıkıştırılmış gaz donmuştu.
Yemek faslını halledip karınlarımızı
doyurduktan sonra çadır arkadaşlarımın ve benim tek bir isteğimiz vardı. O da
bir an önce uyku tulumlarımıza girerek uyumak.
Benim uyku tulumu derecesinin diğer 2
arkadaşın tulumlarına göre daha düşük olması sebebiyle ben ortalarına
yatacaktım. Botlarımızı buzlanmadan az da olsa koruyabilmek için naylon
poşetlere koyup ağızlarını bağladık. Sabah kahvaltı ve su için kamp ocaklarımız
yine lazım olacaktı. Daha gündüz donan tüpler gece ne hale gelirdi kim bilir.
Bizde tüpleri uyku tulumu içine alıp bir nebze de olsa soğuktan korumaya karar
verdik.
Peki, uyuyabildik mi? Ne mümkün. Aman
Allahım o ne soğuk! Çadırın içi gece resmen buz tuttu. Uyku tulumları
içerisinde kat kat giyinmiş olmamıza rağmen sabaha kadar olsun olsun en fazla
birkaç saat uyuyabilmişimdir. Arkadaşın kolundaki outdoor saat max. -25
dereceye kadar ölçebiliyormuş. Ama sonradan öğrendiğimiz gece -40 dereceye
kadar hava sıcaklığı düşmüş. Gayet normal di. Kars’da kış ayında neredeyse 2500
metre rakımda Allahuekber dağının karlı soğuk eteklerindeydik.
İnanın insan bu şartlar altında az da
olsa bu topraklarda donarak şehit olan vatan evlatlarının yerine kendini
koymaya çalışıyor. Ama ne mümkün. Bir kere biz her türlü kışlık donanıma
sahibiz. Montumuz, botumuz, uyku tulumumuz ve çadırlarımız. Hepsi ağır kış
şartları için tasarlanmış. Ona rağmen soğuktan donuyor ve üşüyoruz.
İnsan uyuyamadığı zaman düşünmeye
başlıyor. Böylesine manevi atmosferi yüksek olan bir yerde düşünceleriniz ister
istemez 100 yıl öncesine gidiyor. Bu tırmanışın öncesinde ve sonrasında elimden
geldiğince Sarıkamış harekâtını okumaya ve anlamaya çalışmıştım. Pek çok makale
pek çok yazı okudum. İçlerinde beni çok fazla etkileyenler de oldu. Burada bir
kaçını yeri gelmişken sizler ile de paylaşmak isterim.
Bakın, Sarıkamış’ta dondurucu soğuk
altında askerlerimizin durumunu Kurmay Subay Şerif Bey “Sarıkamış” adlı
kitabında nasıl anlatmış:
“Yol kenarında karların içinde çömelmiş
bir asker, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, feryat ederek
dişleriyle kemiriyordu. Kaldırıp yola sevk etmek istedim. Beni hiç görmedi. Zavallı
çıldırmıştı. Bu suretle şu lanetli buzullar içinde biz belki on bin kişiden
fazla insanı bir günde karların altına bıraktık ve geçtik”.
Ve yine Rus Kafkas Ordusu Kurmay Başkan
Vekili Dük Aleksandroviç Pietroviç Sarıkamış’ta gördüklerine anılarında şöyle yer
vermiş:
“İlk sırada diz çökmüş 9 kahraman.
Mavzerleriyle nişan almışlar, tetiğe asılmak üzereler ama asılamamışlar… İkinci
sırada cephane taşıyanlar var, sandıkları bir avuçlamışlar ki, kâinattan
hırslarını almak istiyor gibiler. Öylesine kaskatı kesilmişler. Ve sağ başta
Binbaşı Nihat. Dimdik ayakta, başı açık, saçları beyaza boyanmış, gözleri
karşıda Allahuekber dağlarındaki son Türk müfrezesini teslim alamadım. Bizden
çok evvel, Allah’larına teslim olmuşlardı.”
Okuduğum bu yazılar içerisinde beni çok fazla etkileyen ise Yaşar Kemal'in Sarıkamış harekatı üzerine yazdığı şu yazı olmuştu:
"Sen kedi, sen hiç Allahuekber Dağı’nda
olup bitenleri gördün mü? İnsan boyu, iki insan boyu karın içinde yalın ayak, başıkabak,
pantolonu yırtılmış, kaputsuz, ceketsiz, koyunları bit dolu, donmuş elleri ile
kaşınamayanları, Rus topçusunun karlı dağları ateşe, zindana çeviren
güllelerini, karla birlikte uçuşan kolları, bacakları, kollarla bacaklarla,
gövdeler le birlikte gökten yağan kanları, Allahuekber Dağları’nın doruklarında
fırtınaya, boraya tutulup donan, taş kesilen, donmuş kirpikleri, kaşları,
donmuş gözleri ile bakan on binlerce askeri gördün mü hiç? Sen bunları
görmediysen hiçbir şey görmedin demektir…"
Bu duygular içerisinde güç bela sabahı yaptık.
Zirve yürüyüşü saat 07.00’de başlayacaktı. Biz saat 06.00 gibi hazırdık. Tahmin
ettiğimiz gibi tüpümüzü yine zor yakabilmiş. Zirve yürüyüşü için yeterli suyu,
kar eriterek elde edememiştik. O an çok önemsemediğim bu durum sonrasında,
dönüş yolunda başıma ciddi dert açacaktı. Onu da yeri geldiğinde yine bu
satırlar içerisinde sizler ile paylaşacağım.
Çadırdan başımızı çıkardığımızda soğuk ama
zirve tırmanışı için gayet güzel bir hava bizi bekliyordu. Yoğun kar yağışı ve
tipi yoktu ki daha ne isteyebilirdik?
Yürüyüş başlıyor uyarıları ile birlikte
biz de yürüyüş düzenimizde ki yerimizi aldık ve tırmanışa saat 07.00’ de
başladık. Programa göre saat 11.00’de zirveye varışımız öngörülmüştü. Ama
böylesine kalabalık bir grup aynı zaman da daha yavaş hareket edebileceğiniz
anlamına da gelmekteydi.
Allahuekber dağı ile ilgili olarak, hem
harekâtla ilgili tarihsel özellikleri hem de coğrafi yapısıyla ilgili tırmanış
öncesi araştırma yapmıştım. Aslında ben tüm tırmanışlarım öncesinde bu
çalışmayı yaparım. Çıkacağım dağın yapısı ve özellikleri ile ilgili araştırma
yapar. Tırmanış raporlarını okurum. Bu sayede o dağa daha önce çıkmış
dağcıların tecrübelerinden yararlanmak isterim. Bu da sizin o dağa ve tırmanışa
daha hazırlıklı gitmenizi sağlar.
Allahuekber dağlarından biraz bahsedecek
olursak. Ülkemizin 3120 metre rakımıyla yükseklik bakımından önemli bir
yüksekliğe sahip olan dağlarından birisidir. Eteklerinde derin vadiler bulunan
bu sıradağ silsilesinin yine en yüksek noktası Allahuekber tepesidir. Çevresinde
birçok yayla da bulunan dağın çevresinde hayvancılık önemli geçim
kaynaklarından biridir.
Bilenleriniz bilir. Her dağın bir de
efsanesi hatta birden çok efsanesi olur. Ben de elimden geldikçe çıktığım
dağlara ait efsaneleri okur ve yazdığım yazılarda paylaşmaya çalışırım.
Allahuekber dağı ile ilgili de şu efsaneyi
okumuştum:
Efsaneye göre bu dağın civarında bulunan
bir hükümdarın yanında domuzlara bakan bir çoban varmış. Bu çobana hükümdarın
kızı âşık olmuş. Çobanın duyguları da karşılıklıymış ve o da hükümdarın kızını
seviyormuş. Hükümdarın bu aşktan haberi olunca birbirini seven iki genç bu dağa
kaçmışlar. Hükümdar da askerlerini gençlerin peşinden göndermiş. Askerler önce
kızı yakalayıp öldürmüşler. Sonra da genç çobanı öldürmüşler. Çobanın ağzından
ölürken son söz olarak “Allahuekber” sözünün çıktığı rivayet olunur.
Tekrar tırmanışımıza dönecek olursak.
Zirve yolumuz planlandığı gibi 4 saat sürdü. Yol boyunca herhangi bir buzlanma olmadığı için kazma ve krampon kullanma ihtiyacı olmadı. Yumuşak kar üzerinde ilerlediğimiz için yürüyüş batonları yeterli oldu.Saatler 11.00’e gelirken zirvenin
hemen altındaki son düzlükte dağdaki şehitlik anıtındaydık.
Dönüşte bu anıta
uğranılacağının söylenmesi üzerine bizi Allahuekber dağının 3120 metre rakımlı
en yüksek noktasına ulaştıracak tepeyi çıkmaya başladım. Aman Allah’ım o ne
çıkış bir yandan batak karda ilerlerken o dik tepeyi çıkmak gerçekten ciddi
yorucu olmuştu.
Ama nihayet zirvedeydik. Müthiş bir
manzara müthiş bir görsel şölen bizi adeta zirvede bekliyordu. Hava soğuk
olmasına rağmen açık ve güneşliydi. Güneş sanırım sadece aydınlatıyor ama
ısıtmıyordu. Ama soğuk kimin umurundaydı ki? Hemen tüm dağcı dostlar birbirimizi
tebrik ettik. Kuzey Doğuda Kaçkarlar, Güney doğumuzda Ağrı dağı sanki bizleri
selamlıyor. Şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunuyorlardı.
Ah Ağrı diye içimden geçirdim. Uzun uzun
uzaklardan seyrettim. Sanırım 300 kilometre kadar uzağımdaydı. Ama o kadar net
o kadar heybetli gözüküyordu ki.
Ağrı dağı 2013 yılından beri terör
sebebiyle tırmanışa kapalı. Bu sebeple ben dâhil pek çok dağcı dağın tırmanışa
açılacağı günü sabırsızlıkla ve özlem ile bekliyor olmalı.
Bolca fotoğraf çektik. Zirve defterini
imzaladık. TDF Başkanının çağrısıyla tüm dağcılar toplandı. Flamalar açıldı.
Günün anlam ve önemi sebebiyle önce saygı duruşu yapıldı. Sonra İstiklal
Marşımız okundu. Ardından Alaattin Başkan güzel bir konuşma yaptı. Konuşmanın
içerisinden küçük bir cümleyi unutmaz hep hatırlarım.
“Biz sadece Sarıkamış’a
gelip, kazı yiyip dönmedik. Bu manevi değeri yüksek dağın zirvesine çıktık ve
şehitlerimizi ebediyete kadar ait oldukları bu topraklarda andık.”
Aklımda
kaldığı kadarıyla yazmaya çalıştım. Eğer eksik ya da fazla, yanlış yazdıysam
Alaattin Başkanım kusuruma bakmasın lütfen. Affına sığınırım.
Zirvede çok uzun kalınmaz dostlarım. Hele
kış ayında iseniz. Tüm soğuğa ve sert rüzgârlara açık ve savunmasız
haldesinizdir.
Biz de öyle yaptık saatler 12.00’yi gösterdiğinde tüm grup dönüş
yoluna geçmiştik. Son olarak zirvenin hemen altında ki şehitliğe de uğrayıp
kamp alanına doğru inişe geçtik.
İşte benim için zor saatler de buradan
sonra başladı. Hatırlarsanız tırmanış öncesinde yeterli miktarda kar
eritemediğimizden bahsetmiştim. Haliyle tırmanış için yeterli miktarda suyu da
yanımıza alamamıştık. Özellikle ben her tırmanışımda yanımda fazla su taşımayı
her zaman tercih etmişimdir. Tırmanış esnasında bedenimi asla susuz bırakmak
istemem. Şimdi ise kış ayında olmamıza yani havanın çok sıcak olmamasına karşın
aşırı derecede su kaybı ile bedenim susuzluğu tecrübe ediyordu.
Yol yorgunluğu, soğuk, gece yeterince
uyuyamamak ve yorucu kış tırmanışı üzerine bir de üzerine susuz kalmış bir
beden eklenince o dönüş yolunun ne kadar zor geçtiğini siz tahmin edin.
Yol boyunca devamlı kar yiyerek inişe
devam ettim. Kar asla susuzluğunuzu gidermez diyorlardı. Ben bizzat yaşayarak
tecrübe ettim. Nihayet güç bela kamp yerine dönebildim. Sanırsınız ki tırmanış
bitti. Ama daha çadır toplanacak. Ağır kamp yükü tekrar sırtlanılacak ve
saatlerce yürüyerek tekrar Sarıgün köyüne dönülecek.
Geri dönüş yolu boyunca yine bolca kar
yiyerek susuzluğumu dindirmeye çalıştım. Nihayet köy uzaktan göründüğünde ise
kendi kendime, nihayet diyerek sevindiğimi hatırlıyorum.
Sağ olsunlar, Sarıgün köylüleri bizleri
ellerinde sıcak çay tepsileri ile karşıladı. Hala unutmam elinde çay tepsisi
olan köylü bir amcadan su isteyişimi. Allah razı olsun. Hemen geri dönüp elinde
sürahi ile geri dönmüştü.
Nihayet bu zorlu, Allahuekber dağı kış
tırmanışını tamamlamıştık. Çantalarımız tekrar kamyona yüklerken geriye dönüp
uzun uzun dağa baktım. İçimden 2 gün dağda kaldık. Soğuk, susuzluk ve yorgunluk
ne hale getirdi diye düşündüm. Ama onlar geri dönememişti. Bizim elimizdeki imkânlara
da sahip değillerdi. Üstüne üstlük bir de Rus düşman kuvvetleri ile savaşmak
zorundaydılar.
Hakları asla ödenmez. Bugün varsak bu
topraklarda güvenli bir şekilde yaşayabiliyorsak, bu Cumhuriyet bu gün varsa ve
yarın da var olacaksa bu kahramanların, kanını, canını hiçe sayan Mustafa Kemal
Atatürk ve silah arkadaşlarının, tüm şehitlerimizin sayesinde. Hakları ödenmez.
Sonrası mı? Hemen Bursa’ya mı döndüğümüzü
zannediyorsunuz. Tabiî ki hayır. Dünya kadar yol teptik. Memleketin bir ucundan
kalktık geldik. Hemen geri mi döneceğiz diyerek rotamızı Erzurum’a çevirdik.
3125 metre rakımlı Palandöken dağının en yüksek tepesi olan Ejder zirvesine
çıkmak için.
Zorlu, ağır kar yağışı ve tipi altında
oraya da çıktık.
Dönüşte Milli Mücadelemizin önemli duraklarından biri olan
Erzurum Kongresinin yapıldığı tarihi binayı da ziyaret ettik. O da başka bir
yazımın konusu olsun müsaadenizle.
Görüşmek üzere, hoşça kalın.
Hakkı Şenkeser.
Yorumlar
Yorum Gönder