Maraton Koşmak

Merhaba,

“Bitirmem mucize değil. Asıl mucize başlamak için gösterdiğim cesaret.”

Demiş, John Bingham.  Ben de önümüzde ki Kasım ayında kendi adıma bu cesareti ikinci defa göstereceğim ve bir kez daha Kıtalar arası İstanbul Maratonunda koşacağım.





Artık iki aydan biraz daha az kalan maraton öncesinde hem geçtiğimiz sene yaşadığım ilk maraton tecrübemi tekrar hatırlamak. Hem de ilk kez maraton koşacak arkadaşlarım ile maraton tecrübelerimi paylaşmak amacıyla kişisel bloğumun da ilk yazısı olan “İlk Maratonum” başlıklı yazımı yeni ilaveleri ve yeni başlığıyla, “Maraton Koşmak” adıyla güncellemeye karar verdim. Sizler ile birkaç bölüm halinde paylaşacağım yazı dizimi umarım beğenerek ve ilgi ile okursunuz.


Türkiye’de dağcılık yapanlar bilirler, bir sürü dağ ve zirve tırmanışı yaparsınız ama hedefiniz de ve özleminiz de hep 5137 metrelik rakımı ile Türkiyenin zirvesi, Ağrı dağının zirvesi vardır. Ben de Türkiyenin pek çok şehrinde yüksek dağ ve zirve tırmanışları yapmama rağmen, bölgenin terör sebebi ile yasaklı olması sebebi ile henüz Ağrı dağına çıkamadım. Hala büyük bir özlem ve sabırsızlıkla bölgenin tekrar tırmanışa açılmasını bekliyorum. 

Umarım, 2013 yılından bu yana devam eden bu yasak 2018 yılının yaz ayında sona erecek ve bende koşunun zirvesi olan maratonu tamamladığım gibi dağlarımızın zirvesi, Ağrı dağının zirvesine de çıkabileceğim.


Maraton da benim için bir nevi Ağrı dağının zirvesiydi. Koşmaya başladığım 5 seneden bu yana 10, 15, 21 kilometre, yarı maraton vs. pek çok koşuya katılıp antrenmanlar yaptım. Her seferinde maraton koşmayı çok istedim, maratona özlem duydum, maraton koşanları imrenerek seyrettim. 

İlk defa maraton koşmaya ise iki sene önce, 15.11.2015 tarihinde ki İstanbul Maratonu öncesinde karar verdim. Coats Türkiye Takımı ile birlikte Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) yararına yapacağımız yardımseverlik koşusunda 42 kilometre koşarak hem farkındalık sağlayacak hem de toplayacağımız bağışlar ile “Benim Adım Türkiye” projesi kapsamında çocukların daha iyi ve nitelikli  eğitim alabilmesi için, kaynak sağlanmasına destek olacaktık.



Fakat maratondan 2 gün önce babamı kaybetmem sebebi ile maraton koşma hayalimi o zaman için bir başka bahara bırakmak zorunda kalmıştım. Aradan geçen birkaç ayın sonrasında yani 2016 yılının ilk aylarında, 13.11.2016 tarihinde koşulacak 38.İstanbul maratonunda tekrar maraton koşmaya karar verdim. Üstelik tamda babamın 1.ölüm yıl dönümün de onun anısına 42’ km. Maraton koşacaktım. 




Maraton koşmanın, 42 kilometreyi tamamlamanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Bunun için hem fiziksel olarak iyi çalışmak ve antrenman yapmak hem de mental olarak hazır olmak gerekiyordu. 

Ayrıca hâlihazırda ki 103 kilogramlık vücut ağırlığım da maratonu tamamlayabilmemin önündeki en büyük engellerden biriydi. Bu sebeple öncelikli olarak maratonu sağlıklı bir şekilde sakatlanmadan tamamlayabilmek için kendime 88 kilograma düşme hedefini koydum. Bu da bir sene içerisinde 15 kilo vermem gerektiği anlamına geliyordu.

Bu kararımın sonrasında ailem de dahil olmak üzere çevremdeki birçok insan neden maraton koştuğumu ve bunun çok zor olduğunu hatta tamamlayamayacağımı söyledi. Ben ise bu soruların tamamına;

JFK’nın çok sevdiğim, kısa ama içerisin de büyük bir anlam barındıran;

“Bütün bunları kolay oldukları için değil, aksine zor oldukları için seçtik. “


Sözüyle cevap verdim. 



Maratonu bitirmek ve bu mesafeyi koşacak olmayı düşünmenin yanı sıra maraton ile ilgili merak ettiğim, beni çeken taraflarından birisi de hemen hemen tüm maraton yazılarında karşıma çıkan, maraton koşanların tamamının bahsettiği o meşhur, “Duvar” 30 kilometre duvarına çarpmak kavramıydı.

Peki, neydi bu duvar? Ve neden herkes genellikle 30 km.den sonra ortaya çıktığını söylüyordu. Okuduğum tüm kaynaklar ve koşucu tecrübelerinin paylaşıldığı yazılar da koşucuların 30 kilometrede birden tüketmelerinden ve duvara çarpmışcasına gerek fiziksel gerek mental olarak yarışı bırakma düşüncesine girdiklerinden bahsediyordu.



Bilimsel kaynaklarda ise, 30 kilometre duvarının, fizyolojik olarak bacak kaslarındaki glikojen depolarının tükenmesi hadisesi olduğu ve vücudu 30 kilometre boyunca taşıyan kasların artık enerjisinin tükenme noktasına geldiği için koşucunun daha fazla ilerleyemez noktaya gelmesi durumu olarak geçiyor. 

Duvara çarpma! Vücuttaki glikojen (karbonhidratın vücutta depolanmak üzere dönüştürülmüş hali) seviyesinin sıfıra inmesi anlamına geliyor. Bu yüzden koşunun otuzuncu kilometresine gelindiğinde yaşanan bu durum sebebi ile beyin, tükenen kaynaklar sebebi ile vücudu korumaya almak amacı ile koşucuya, “artık koşuyu bırak” telkinleri yapmaya başlıyor.

Benzer bir duyguyu, 2 sene önce yoğun kar yağışı ve tipi altında yaptığım Erciyes kış tırmanışında yaşamıştım. 3917 metrelik zirvenin en zor ve dik kısımda, batak ve derin karda şeytan kulvarından kazma ile tırmanırken saatlerce süren tırmanışın yorgunluğu, soğuk hava, tipi, rüzgar ve oksijenin nispeten deniz seviyesine göre daha az olması sebebi ile tükendiğimi hissetmiş ve bırakmayı düşünmüştüm. Ama o gün pes etmedim. Son bir gayretle gücümü toplayarak mücadeleye devam ettim ve sonunda zirveye çıktım. Şimdi de özellikle Türkiye'nin pek çok dağında yaptığım, gerek fiziksel gerek mental olarak sınırlarımı zorlayan dağ tırmanışlarının verdiği tecrübe ile maratonu bitirebileceğime inanıyordum.





Ama zaman çabuk geçiyordu. İstediğim gibi hazırlanabildim mi? Bu soruya verebileceğim cevap maalesef kocaman bir hayırdı. Hafta içerisinde genellikle yaptığım genelde düşük yoğunluklu sadece koşu tekrarlanabilirliğini arttırmaya yönelik antrenmanların dışında Adım Adım Bursa grubu ile düzenli yaptığım Çarşamba akşamı Mihraplı Park çaylaklar antrenmanı ve Cumartesi sabahı Botanik Park antrenmanları dışında maalesef ciddi bir antrenman planını takip etme fırsatım olmadı.


O zamana kadar en uzun koştuğum mesafe yarı maratondu, bu sebeple daha uzun mesafelerde vücudumun vereceği tepkileri ölçmek amacı ile en azından hafta sonu antrenmanlarında 30 km koşmak istedim, ama niyetlendiğim dönemlerde dizimdeki sakatlığım buna izin vermemişti.

Açıkçası bu durum beni maraton öncesi bayağı bir endişelendirmişti. Ne yaparım? Nasıl koşarım? Diye düşündüğüm zamanlar olmuştu.
Sanırım benim için geriye tek bir yol kalıyordu. Yaşayarak yani koşarak öğrenmek.

Her ne kadar uzun koşular anlamında çok geride kalmış olsam da ümidimi arttıran,  maratonu sağlıklı bir biçimde tamamlayabileceğimi düşünmemi sağlayan yaptığım uzun dağ tırmanışları ve yürüyüşleri oldu. Özellikle Uludağ zirve, göller, Bursa iniş ve çıkışları, toplamda 30-35 kilometreleri bulan dik iniş ve çıkışlı parkurlar da yaptığım yürüyüşlerin, yüksek rakımlı dağ tırmanışlarının maratonu tamamlayabilmek için olmaz ise olmaz olan dayanıklılığı kazandırdığını biliyordum.


Dağcılık yapanlar bilirler bu tip etkinlikler size ciddi bir bacak kuvveti, dayanıklılık, kondisyon, sabır ve her şeyden önemlisi mental kuvvet kazandırırlar. Dağcılar her türlü zor şartlar altında büyük bir azim ve sabırla hedeflerine yani zirveye ulaşmasını bilirler. İşte ben de maratonu tamamlayabilmek açısından kuvvetli olduğum bu tarafıma fazlasıyla güveniyordum.

Her şeyin ilki hem zordur hem unutulmazdır. Maraton koşmak benim için aynen öyle oldu. Bu yazıyı yazdığım bugün bile tüm maraton sürecini hala dün gibi hatırlıyorum.
Yarışın bir gün öncesin de, sanırım hem heyecanın hem de yarış günü sabaha karşı Bursa’dan yola çıkacak olmamızın da etkisi ile olsa gerek çok iyi uyuyamamıştım. Ama kesinlikle maraton öncesinde çok iyi uyunarak dinlenilmeli. Maraton koşusuna iyi dinlenmiş dinç bir vücut ile başlanılmalı.

Önümüzdeki sene ise kesinlikle daha iyi dinlenerek hatta gerekirse bir gün önceden İstanbul’a giderek daha dinç ve zinde bir şekilde koşuya başlamayı düşünüyorum.

İş hayatınızda işletmeci olmanın, üretimde çalışıyor olmanın devamında proje yönetiminin kazandırdığı bazı alışkanlıklar vardır. Elinizdeki malzemeye göre planlar ve hedefe ölçülü risk alarak yürürsünüz. Ben de maraton öncesinde, her dağ tırmanışımın öncesinde de yaptığım gibi maraton parkurunu, iniş ve çıkışlarını inceledim. 


İlk defa maraton koşan pek çok koşucunun deneyimlerini büyük bir merak ile okudum. Çok iyi antrenman yapamamış olmam sebebi ile maratonu sakatlanmadan ve sağlıklı bir şekilde bitirmek amacı ile kendime 5 saat hedefini koydum. Kendi adıma da buna “Haddini bilerek koşmak” dedim.

Her dağ ve zirve tırmanışımda yaptığım gibi dersime çok iyi çalıştım. Parkuru detaylı harita üzerinde inceledim ve kafamda küçük parçalara böldüm. Kesinlikle bitirilemez gibi durmuyordu. Dağ tırmanışlarımdan edindiğim tecrübe ile vücudu susuz bırakmamak ve besinsiz kalmamak gerekliliğinin farkındaydım.

Yarış öncesin de bu amaçla glikojen depolarımı takviye etmek amaçlı iyi beslendim ve yarışın hemen öncesinde bir adet 500cc. İzotonik sporcu içeceğini tükettim. Ve bir şişe izotenik sporcu içeceğini de 15.kilometreye kadar elimde taşıdım ve 15.kilometreden sonra kaybettiğim minareleri yerine koymak için takviye olarak yavaş yavaş tükettim.

Hep merak ettiğim hatta dağ tırmanışların da bile kullanmayı düşündüğüm. Ama bir türlü kullanmaya fırsatım olmayan, besin takviyelerinden olan sporcu jellerini ise yarış günü koşumu riske atmamak için yine kullanmadım.  Ama uzun koşu süresi boyunca enerjisiz de kalmamak, işimi şansa bırakmamak adına bal tahin pekmez karışıklı küçük tüplerden oluşan doğal enerji kaynağı takviyelerimi de cebime almayı ihmal etmedim. Her 2,5 kilometrede bir tüpü su ile birlikte sıkarak tükettim. Bunun bana ihtiyacım olan enerji kaynağını hızlıca sağlayacağını yine dağ tırmanışlarımdan edindiğim tecrübelerimden biliyordum.


Koşu öncesin de bir adet spor içeceği tüketmeniz öneririm. Yarıştan 2 saat önce yavaş yavaş yudumlayarak alacağınız bu içecek vücudunuzdaki tüm eksik mineralleri ve glikojeni yerine koymanız da yardımcı olacaktır.

Koşu sırasında da glikojen seviyenizi birden fazla yöntemle yükseltebilirsiniz. Koşu sırasında kullanacağınız sporcu içecekleri ve jeller bunu sağlayacaktır. Sporcu içeceği derken enerji içeceklerini kastetmediğimi altını çizerek belirtmek isterim. İçeriğin de yoğun miktarda kafein bulunan enerji içecekleri bence hiçbir spor aktivitesi öncesin de ya da sonrasın da kesinlikle kullanılmamalı.

Yarış sırasında altı, yedi kilometrede bir jel kullanabilirsiniz. Yine de bu yöntemi maraton öncesinde yaptığınız antrenmanlarınız da (uzun koşu ve bisiklet antrenmanlarında) uygulamanızda ve kullandığınız jelin üzerinde yazan talimatlara sıkı sıkıya bağlı kalmanızı tavsiye ederim. Ben kendi adıma önümüzdeki sene tekrar koşmayı planladığım maraton öncesinde bu jelleri kullanarak vücudumda göstereceği reaksiyonları test etmeyi düşünüyorum.






Maraton koşusu için Bursa’dan hareket ettiğimiz saat olan 05.00’de başlayan şiddetli sağanak yağmur, günün ilk ışıklarıyla beraber İstanbul’a vardığımız saat olan 08.00’e kadar devam etti. Yol boyunca şiddetli yağmur yarış boyunca da devam ederse nasıl koşarım diye düşünmeden de yapamadım.



Ama yağmurda yağsa karda yağsa bu yarışı koşacak ve tamamlayacaktım. Nitekim günün ağarması, sabahın ilk ışıklarıyla beraber azalan yağmur yerini serin bir İstanbul sabahına bıraktı.



Artık koşuya bir saat kadar zaman kalmıştı. Takım olarak topluca İstanbul’un en güzel manzaralarından birinde, Anadolu yakası sahil yolunda Boğaziçi Köprüsüne nazır güzel bir fotoğraf çekindik.





Sonra hep birlikte Köprünün girişine doğru, İstanbul Maratonunun start noktasına doğru yürümeye başladık. İnsanlar akın akın koşunun başlayacağı noktaya doğru yürüyordu. Kalabalık içerisin de zorlukla ilerleyerek 42 K start noktasında ki yerimi aldım. Start noktasında Adım Adım Bursa grubundan arkadaşlarımız  ile birlikte hem sohbet ederek hem de etrafımızda ki heyecanlı ve coşkulu gurubu izleyerek koşunun başlama anını beklemeye başladım.




Hava rüzgârlı olmasına rağmen koşmak için bence çok güzel bir havaydı. Öncelikle mevsim gereği çok sıcak değildi. Bu da benim açımdan gayet iyiydi.

 Nihayet koşuya start verildi. Bizde kalabalık bir grup ile çıkışımızı yaptık. Maratonu tamamlayabilmem için kendi özelim de en büyük şartımın belli bir nabız aralığında, çok sık iniş ve çıkışlar yaşamadan hızımı ve nabzımı sabit tutarak koşmak olduğunun farkındaydım. Bu sebeple antrenman ve bazı koşularda yaptığım gibi müzik dinlemekten vazgeçtim. 

Çünkü müziğin tempomu dolayısıyla nabzımı bazen farkında olmadan yükselttiğini görmüştüm. Bu da benim için gücümün daha erken tükenmesi ve belki de maratonu tamamlayamamam anlamına gelmekteydi.

Bu sebeple maratonun ilk kilometrelerin de ki aşırı kalabalık içinde çok fazla zik zak yapmadan ve kimseyi geçmeye çalışmadan kendi tempomda koşmaya devam ettim. Böyle bir kalabalıkta yapacağınız gereksiz sağa sola hamleler hem gereksiz bir biçimde fazlaca enerji harcamanıza ve yorulmanıza sebep olacak hem de yapacağınız ters bir hareket sebebiyle bir ayak sakatlığı ile karşılaşma riskini daha maratonun başında yaşamanıza sebep olacaktır.

Boğaziçi Köprüsünün üzerinde aşırı bir rüzgâr vardı. Umarım bu rüzgâr yarış boyunca devam etmez diye düşündüm. Çünkü üzerimde tişört dışında beni rüzgâr dan ya da soğuk havadan koruyacak kollu bir içlik vs. yoktu. Hoş, havanın çok soğuk ya da yağmurlu olacağını önceden bilsem de giymezdim. Tabiî ki bu benim kendi kişisel tercihim. Koşacak herkes hava şartlarını muhakkak önceden takip etmeli ve koşu kıyafetlerini duruma ve şartlara göre tercih etmeli.


Nitekim köprüyü geçip biraz iç kısımlara ilerleyince rüzgâr kesildi. Koşu boyunca tekrar rüzgâr ile karşılaşmam maratonun yarısın da sahil boyuna indiğimizde oldu. Sahil yolu boyunca Bakırköy’e doğru gidiş ve dönüş istikametinde rüzgâr neredeyse beni hiç yalnız bırakmadı desem yalan olmaz.

Tekrar maratonun ilk kilometrelerine dönecek olursam. Köprüden geçip Barbaros bulvarına doğru döndüğümüzde beni bir inişin beklediğini daha önceki koşularımdan biliyordum. İnişi, çoğu koşucunun yaptığı gibi kontrolsüz bir şekilde koşarak hızlıca inmek yerine tempomu koruyarak sabit hız ve nabız aralığında indim. Maraton koşuyor olmanız fark etmez. Hangi kategori de koşuyor olursanız olun yokuş aşağı olan parkurlarda gereksiz ve ani bir şekilde hızlanmaktan muhakkak kaçının. Yer çekiminin de etkisiyle aşağıya doğru ivmelenmeniz dizleriniz üzerinde ki yükü fazlasıyla arttıracak. Bu da kontrolsüz bir biçim de hızlanmanızın da etkisiyle düşmenize ya da sakatlanmanıza sebep olabilecektir.

Barbaros Bulvarını inip, yolun sağından sahil boyunca Beşiktaş’a doğru koşmaya devam ederken tam da planladığım gibi koştuğumun farkındaydım. Hedefim, maratonun ilk yarısına yani 21. Kilometreye kadar bu tempomu koruyabilmekti.


Maraton öncesi az da olsa yaptığım uzun koşular da özellikle 20. Kilometreler de tükendiğimi ve ciddi bir biçim de yorulduğumu birkaç defa test etmiştim. Ama çok önemli olmasına karşın antrenman koşularının dayanıklılık, güç ve hız kazanmaktan başka bir hedefinin yani bir zirvesinin olmayışı sebebiyle maraton atmosferinde farklı bir motivasyonla koşacağımı da biliyordum.

Çünkü kendi sınırlarım ile mücadele edecek ve savaşacaktım. Bu düşünce ve motivasyon özellikle koşunun 32.kilometresinden sonra, pilimin bittiğini düşündüğüm anlarda çok fazlaca işime yaradı.

İlk defa maraton koşacak arkadaşlarıma tavsiyem haftalık uzun koşularını ihmal etmemeleri olacak. Bu uzun koşular ile hem dayanıklılık ve güç kazanacaklar hem de bu sayede vücutlarının uzun maraton koşusu boyunca hem fiziksel hem de duygusal olarak vereceği tepkileri önceden test etme imkânları olacaktır.

Tekrar maratona dönecek olursak. Haliç köprüsü üzerinde çok coşkulu bir kalabalığın alkışları ile koşarken saatime baktım. Maratonun ilk 10 kilometresini 1:09:25 ile geçmiştim.
Maraton koşusu, “tam da istediğim gibi devam ediyor.” diye düşündüm kendi kendime. Kişisel olarak daha önceki 10 kilometre koşularım da ki en iyi derecem 55 dakikalar civarındaydı.


Gereksiz bir biçimde hızlanmayarak tempomu ve nabzımı koşu öncesin de planladığım gibi koruyarak ilk 10 kilometreyi kişisel derecemden 14-15 dakika daha yavaş koşarak tamamlamıştım.

 Bu tempomun bana maraton bitirteceğini biliyordum.

10 kilometre finish noktasının yanından büyük bir gururla koşarak geçtim. Geçtiğimiz senelerde ki koşularımda, 15 kilometre ve maraton koşanlara bakıp koşuya devam etmelerini büyük bir özenle ve imrenerek izlemiştim. Şimdi bende koşmaya devam eden bu kalabalık içerisindeydim. Üstelik maraton koşuyordum. Bu benim için kesinlikle gurur verici bir olaydı.


Burada ilk defa maraton koşacak arkadaşlarıma bir tavsiyem daha olacak. Koşu esnasında her ne kadar sizi alkışlayan bir kalabalık olsa da sizin en büyük destekçiniz unutmayın yine siz olacaksınız. Sadece maraton koşusu değil hayatınızın her anın da kendi kendinizin destekçisi olun. Tükendiğinizi ve bırakmayı düşündüğünüz anlarda niçin orada olduğunuzu hatırlayın. Sonra da koşmaya devam edin.

Unutmayın ve devamlı kendi kendinize hatırlatın.“Bitirmem mucize değil. Asıl mucize başlamak için gösterdiğim cesaret.” Eminim ki böyle düşünür ve pes etmezseniz maratonu tamamlayabileceksiniz.

Yazıma Konfüçyüs’den bir alıntı ile devam etmek uygun olacak. 

Durmadığınız sürece ne kadar yavaş gittiğinizin bir önemi yoktur...






Kıtalar arası İstanbul maratonun da 10 kilometre finish noktasından gururla geçtim. Öyle ya daha önceki koşularda ben de koşumu burada tamamlamış ve koşuya devam eden maraton koşucularına gıpta ile bakmıştım. Bu duygular içerisin de Haliç sahili boyunca Ragıp Gümüş Pala Caddesi üzerinde koşuma devam ettim. Aynı zaman da yolun karşı tarafın da koşan ileriden dönmüş koşucuları da görebiliyordum.






Atatürk Köprüsünün ayakları altından geçerek koşmaya devam ettim. Abdülezel Paşa Caddesi boyunca devam eden koşum nihayet Eyüp’de organizasyon tarafından yapılan yönlendirmeler ile yolun karşı tarafına geçerek devam etti. Burada koşmaya devam ederken yolda güzel bir sürpriz ile Bursa’dan koşucu arkadaşlarımızdan Muharrem ağabey ve Ayşen ile karşılaştık. Ayşen sağ olsun Muharrem Ağabey ile güzel bir fotoğrafımızı çekerek 15 kilometrenin bitiş noktasına doğru devam ederek bizden ayrıldı.





Haliç sahili boyunca devam eden koşumuz, Atatürk Köprüsünün yan yolundan Kadir Has Kavşağı boyunca Atatürk Bulvarına doğru ilerlerken artık 15 kilometre koşucuları da bizden ayrılmıştı. Artık maraton koşusunun 15 kilometresi geride kalmıştı. Koşu boyunca elimde taşıdığım sporcu içeceğini sıvı ve mineral takviyesi yapmak amacıyla ağır ağır içerek tükettim.

Artık maraton koşusu şimdi başlıyor diye düşündüm kendi kendime. Çünkü 10 ve 15 kilometre koşucularının bizden ayrılması ile maratoncular ile baş başa kalmıştık. Artık cadde ve sokaklar daha tenhaydı. Atatürk Bulvarı boyunca İstanbul Büyükşehir Belediye Binasına kadar olan hafif eğimli rampayı Muharrem ağabeyim ile birlikte çıktık.
Daha sonra ben ona tempomu korumak istediğimi söyleyip geride kaldım. Rampa çok dik ve uzun bir rampa değil. Maraton öncesi parkurun tek dik çıkışının bu olduğunu okumuştum. Hatta çok zorlamamak için yürüyerek bile çıkmayı düşünmüştüm. Ama korktuğum gibi olmadı tempomu koruyarak hafif tempoda koşarak devam ettim.
Eğimin bittiği noktada artık sizi sahil boyuna kadar devam eden bir iniş bekliyor. Aynı Barbaros bulvarında yaptığım gibi tempomu yükseltmeden çıktığım hızda hafif eğimli yokuşu indim. 

Ve işte karşımda maratonun 20. Kilometresini tamamladığımı gösteren dijital saat. 20 kilometreyi 2:24:14’ de koşmuştum. 


Bu benim için harikaydı ve kendimi hala çok iyi hissediyordum. Artık maratonu tamamlayacağıma daha çok inadım. Dijital saat başında biraz zaman kaybettim selfie yaptım ve çektiğim fotoğrafı beni bitiş noktasında karşılayacak arkadaşlarım ile paylaştım. Su istasyonunda durarak su içtim ve meyve istasyonundan birkaç parça muz yedim.



Bu sırada bu kilometreye benimle aynı sürede giren fakat artık zorlanmaya başladığını gördüğüm bir koşucu ile sohbet ettim. Ona bolca su içip enerji amaçlı bir şeyler atıştırmasını söyleyip ondan ayrılarak sahil boyunca koşmaya devam ettim.

21.kilometreye 20 kilometre istasyonlarında kaybettiğim zamanının da etkisi ile 2:34:31’ de girdim. Bu aradaki 1 kilometreyi Hedeflediğim sürenin 3-4 dakika gerisinde koşmuştum. Bunda, fotoğraf çekimi ve kendimi su ve meyve ödüllendirmek amacı ile sebebi durmamın etkisi vardı.

Sahil boyunca Topkapı surlarının altında ilk ve tek tuvalet molamı verdim. O kadar su tüketmeme rağmen çok fazla tuvalet ihtiyacı yaşamamış olmamın sebebi herhalde çok fazla terleme sebebi ile gereğinden fazla su kaybetmiş olmamdı.

İlk 25 kilometre istasyonuna vardığımda süre bu sefer 3:09:21’ i gösteriyordu. Bu sırada yolun diğer karşı şeridinde dönüşe geçmiş koşucuları görmeye devam ediyordum. Bu koşucular muhtemelen maratonu 3,5-4 saat aralığında tamamlayacak koşucular diye düşündüm içimden.

Okuduğum maraton tecrübelerinde genelde koşucuların yolun karşı tarafında dönen koşucuları gördüklerinde morallerinin bozulduğunu ve bu sebeple motivasyonlarının düşerek koşmayı bırakmayı düşündüklerini okumuştum.
Kendi adıma çok aldırış etmedim Çünkü herkes kendi derecesini koşuyordu. İçlerinde tanıdıklarımı gördükçe alkışlayarak ve bağırarak destek vermeye çalıştım. Sevgili Yalçın ve Emre onlardan bir kaçıydı.

Bu moral motivasyonla koşmaya devam ederken yolun karşı tarafın da 32,5 kilometre dönüş tabelasını gördüm. Ben ise henüz 25 kilometreyi yeni geçmiştim. Çok umursamadım ve sahil boyunca koşuya aynı motivasyon ile devam ettim.

Sahil boyunca Kennedy Caddesi boyunca Ataköy Marinaya yani Bakırköy’e kadar devam eden yolun gerçekten oldukça uzun, bezdirici ve sıkıcı geldiğini söylemek isterim.
Yol boyunca bir yandan da arkadaşlarım ile telefon ile irtibat halindeydim. Programa göre onlar koşunun 10 ve 15 kilometre koşularını tamamladıktan sonra yemek yiyecek ve daha sonra beni karşılamak üzere 42 kilometre koşusunun finish noktası olan Sultanahmet Meydanına geleceklerdi.

Ataköy Marinaya ulaşıp, artık ben de yolun karşı tarafın da koşmaya başladığım da koşunun 28,5 kilometre dönüşünü yapmıştım. Birden acayip bir mutluluk hissettim artık bende karşı şeritte koşuyordum ve hala dönüşe doğru koşan koşuculara bakıyordum. Çoğunun yüzünde bitkinlik ve halsizlik vardı. Acaba bendemi böyle gözüküyorum diyerek kendi kendime gülerek koşmaya devam ettim.

30 kilometreyi 3:53.25’te geçmiştim. Hedeflediğim programın gerisinde olduğumu fark ettim. İlk 10 ve 20 kilometreyi hedeflediğim süreler de geçmeme rağmen 31.kilometrede hedefimin 20 dakika gerisinde olduğumu fark ettim. Hemen hızlıca bir hesap yaparak maratonu 5 buçuk saat civarında bitirebileceğimi bu hızda devam edersem tamamlayabileceğimi düşündüm.

Nitekim 32.kilometreye geldiğimde hala fiziksel olarak iyi olduğumu düşündüğüm sırada neden yavaşlamaya başladığımı ayak bileklerimden ve ayak tabanımdan aldığım acı işaretleri ile iyice anladım.

Benim her 2 ayağımda anatomik olarak içe basan yapıda. Koşulara başlamadan önce ayakkabılarımın daha çok içe doğru erimesinden başka hiçbir sorunum olmamıştı. Fakat koşulara başladıktan sonra biraz da fazla kilolarımın etkisi olsa gerek dengesiz basma sebebi ile her 2 topuğum da birden topuk dikeni çıkmıştı.

Son birkaç senedir gerek tabanlık gerek ayakkabı tercihleri vs. ile bu problemi aşmaya çalışmıştım. İşte maratonun artık bu son 9 kilometresinde içe dönük ayak basışı, her iki topuğumda ağrı ve iç diz ağrıları ile bana dönmüştü.

Ağrıyan ayak bileğim, dizlerim ve bir de “sen eksiktin” dedirtecek, su toplayan ayak tabanım ile birkaç kilometre kadar daha acıyı düşünerek koşmaya çalıştım. Artık ara ara yürüme molaları almanın zamanı geldi diye düşündüm. Ama burada çok fazla yürürsem de hedefimden daha da sapacağımı ve bitirme süremin 6 saatin üzerine sarkacağını biliyordum.

Hemen yeni bir plan yapmalıydım. Artık 35.kilometredeydim ve rahatsız eden bir ayak tabanı ağrıyan bilek ve diz ile koşmaya çalışıyordum. Kalan son 7 kilometreyi kafamda küçük parçalara böldüm ve kendime göz mesafemde yeni kısa hedefler koydum.
Yine bu arada benimle aynı tempoda koşan gruplara ayak uydurmamda iyi sonuç verdi diyebilirim.

Artık sahil boyunda ilerlerken yolun üst kısmında ve yukarıda dikili taşı ve Sultanahmet caminin minarelerini görüyordum. Bu moralimi oldukça yükseltti. Artık ne olura olsun tüm yorgunluğuma ve ağrılarıma rağmen ilk maratonumu bitirebileceğimi tekrar hissettim.
Gülhane parkı dönüşünü geçip, parkın içerisinde koşmaya başladığımda “artık bitti Hakkı dedim.” kendi kendime. Üstelik harika bir karşılama töreni de beni bekliyordu. Bu artık yerlerde sürünmeye başlayan motivasyonumu tekrar diriltti. 


Nitekim parktan çıkıp tramvay yolunda Sultanahmet meydanına doğru koşarken sevgili Mustafa ve Orkun’u gördüm. Başkan bu taraf diye bağırıyorlardı. Birden daha da hızlandığımı hissettim. Ağrılarımın hepsi kaybolmuştu. Arkadaşlarımın eşliğinde koşarak hep birlik de finish düzlüğüne girdik.


Ondan sonrası ise tek kelime ile muhteşemdi ne bileğimde ki nede dizimde ki ağrıyı hatırlamıyordum. Arkadaşlarımın tezahüratları ve alkışları ile onları selamlayarak finish noktasını geçtim.


Sonrası kendi adıma muhteşemdi. Her ne kadar koyduğum 5 saat hedefinin üzerinde, 5:47.49 ile hedefimden 47 dakika sapmış olsam da maratonu sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordum. 


Kendi adıma muhteşem bir tecrübeydi. Kesinlikle önümüzdeki sene yine burada olacak ve tekrar maraton koşacaktım. Ve artık kesinlikle çok daha tecrübeliydim. Önümüzdeki sene tekrar koşmayı planladığım maraton öncesinde cebime müthiş tecrübeler koymuştum. Bu tecrübeler ile daha planlı ve muntazam antrenmanlar yaparak bir sonraki maratonumu 5 saatin altında koşabileceğimi de biliyorum.

Son Söz;

Sevgili arkadaşlarım koşu boyunca hiçbir su istasyonunu boş geçmedim. Toplam 16*250cc= 4 litre su ve + 500cc sporcu içeceği ile birlikte 4,5 litre su tüketmişim. Yanıma aldığım pal-pekmez karışımlı küçük tüplerini her su istasyonunda sıkarak tükettim. Kana hızlıca karışarak enerji vereceğini biliyordum. Tavsiyem kesinlikle vücudunuzu susuz bırakmayın. Susamasanız dahi az miktar da olsa su için.

Maraton koşmak müthiş bir tecrübe. Kesinlikle sağlıklı bir şekilde bitirmek en büyük hedefiniz olmalı. Düzenli antrenman yapılmalı ve kesinlikle ideal kiloda koşulmalı. Koşarken kesinlikle tek başınıza olduğunuzu bilmelisiniz. Unutmayın kendi temponuzu ve gücünüzü en iyi siz biliyorsunuz onun için tanımadığınız kişilere ayak uydurmaya çalışıp gücünüzü gereksiz yere tüketmeyin.

Bence en güzeli yabancılar ile yalnız koşun. Tanıdığınız kişiler ile sohbet ederek koşmaktan kaçının derim. Bir yandan sohbet edip bir yandan koşmak daha çabuk yorulmanıza sebep olacaktır.

Müzik dinlemeyi kendi adıma tavsiye etmiyorum. Yine de kendi tercihiniz. 

Eğer fitness antrenmanı yapıyorsanız müzik kesinlikle faydalı ve artı motivasyon katıyor. Ama maraton koşarken müzik dinlemek kontrolsüz biçimde hızlanmanıza sebep olabilir. En azından benim için öyleydi ne zaman müzik eşliğinde koştuysam hep hızlandığımı ve çok daha çabuk yorulduğumu hissettim.

Bol su içmekten kaçınmayın unutmayın susamasanız bile her su istasyonunda su alarak birkaç yudum dahi olsa için aksi takdirde yavaş yavaş vücudunuzun su kaybı ile erkenden bitkin duruma düşersiniz. 

Ayakkabı ve kıyafet seçiminiz kesinlikle çok önemli. Öncelikle muhakkak ayak yapınızı ve yere basış şeklinizi biliyor olmanız şart. Benim gibi içe basıyorsanız eğer, içe basış destekli ayağınızın arkını destekleyecek ayakkabı seçimi yapmanız önemli. Yine saatler boyunca asfalt zemin de koşacağınızı düşünerek ayakkabı ve tabanı seçiminde uzman görüşü almanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü zeminden alacağınız bütün darbeleri özellikle 30.kilometre den sonra tüm eklemlerinizde fazlasıyla hissediyorsunuz.

Kıyafet seçimini hava şartlarını göze alarak yapmakla beraber kesinlikle su tutan pamuklu kıyafetleri tercih etmeyin. Bu tip şort ya da üst kıyafetler terlediğiniz de hem çabuk kurumayacak hem de üşümenize ve bu sebeple daha çabuk enerji harcamanıza sebep olabilecektir. Uzun süre ıslak ağır kıyafetler ile koşmanın zorluğundan bahsetmiyorum bile.

Evet, arkadaşlar, bir maraton koşusu 42.195 metre boyunca yaşamın her duygusunu içerirmiş. Geriye dönüp baktığımda, kesinlikle çok doğruymuş diyorum.


John Bingham’ ın dediği gibi:

Bitirmem mucize değil. Asıl mucize başlamak için gösterdiğim cesaretti.

Bence kesinlikle herkes bir gün maraton koşmayı hedeflemeli, koşmalı ya da en azından koşmayı denemeli. 

Sağlıcakla kalın...





Yorumlar