İlk Maratonum

Merhaba, Hakkı Şenkeser “Benim Dikey Dünyam" okurları. İlk maraton koşumu 2016 yılının Kasım ayında Kıtalararası İstanbul Maratonunda koşmuştum. Benim için farklı bir deneyim, yaptığım dağcılık sporundan farklı ama benzer özellikleri çok fazla bir tecrübe olmuştu.

Benzer diyorum. Çünkü her ne kadar dağcılık ve maraton birbirinden farklı spor branşları olarak gözükse de benim için önemli olan, önce planlayıp çalışmak yani hem mental hem de fiziksel olarak hazır olmak daha sonra da harekete geçmek, her türlü koşul altında pes etmeyerek mücadeleye devam etmek ve nihayetinde hedefe ulaşabilmek gibi benzer gerekliliklere sahip olmalarıydı.

 


 

 

Tekrar altını çizmek gerekirse. Neydi bu gereklilikler?

Cesaret, İstemek, çalışmak, mücadele etmek, kararlı ve güçlü olmak nihayetinde de pes etmeyerek sonuca ulaşmak.

“Bitirmem mucize değil. Asıl mucize başlamak için gösterdiğim cesaret.”

 Demiş, John Bingham.

Dağcılık yapanlar bilirler. Bir sürü dağ ve zirve tırmanışı yaparsınız ama hedefiniz de ve özleminiz de hep 5137 metrelik rakımı ile Türkiye'nin zirvesi, Ağrı dağının zirvesi vardır. Bende Türkiye'nin pek çok şehrinde yüksek dağ ve zirve tırmanışları yapmama rağmen, bölgenin terör sebebi ile yasaklı olması sebebi ile henüz Ağrı dağına çıkamadım. (Nihayet Ağrı dağı tırmanış yasağının kalkmasıyla 18.08.2021  tarihinde Ağrı dağının zirvesine çıktım)

 


Hala büyük bir özlem ve sabırsızlıkla Ağrı dağının tekrar tırmanışa açılmasını bekliyorum.

Maratonda benim için bir nevi Ağrı dağının zirvesiydi.

Koşmaya başladığım 2 seneden bu yana 10, 15, 21 kilometre, yarı maraton vs. pek çok koşuya katılıp antrenmanlar yaptım. Her seferinde maraton koşmayı çok istedim, maratona özlem duydum, maraton koşanları imrenerek seyrettim.

İlk defa maraton koşmaya ise geçtiğimiz sene, 15.11.2015 tarihinde İstanbul Maratonu öncesinde karar verdim. Coats Türkiye Takımı ile birlikte Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) için yapacağımız yardımseverlik koşusunda 42 kilometre koşarak hem farkındalık yaratacak hem de toplayacağım bağışlar ile “Benim Adım Türkiye” projesi kapsamında çocukların eğitimi için kaynak yaratacaktım.

 


Fakat maratondan 2 gün önce babamı kaybetmem sebebi ile maraton koşma hayalimi o dönem için bir başka bahara bırakmak zorunda kalmıştım.

2016 yılının ilk aylarında, önümüzdeki Kasım ayında yani 13.11.2016 tarihinde koşulacak 38.İstanbul maratonunda tekrar maraton koşmaya karar verdim. Üstelik tam da babamın 1.ölüm yıl dönümünde onun anısına 42 km. Maraton koşacaktım.

Maraton koşmanın,42 kilometreyi tamamlamanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Bunun için hem fiziksel olarak iyi çalışmak ve antrenman yapmak hem de mental olarak hazır olmak gerekiyordu.

Ayrıca hâlihazırda ki 103 kilogramlık ağırlığım da maratonu tamamlayabilmenin önündeki en büyük engellerden biriydi. Bu sebeple öncelikli olarak maratonu sağlıklı bir şekilde sakatlanmadan tamamlayabilmek için kendime 88 kilograma düşme hedefini koydum. Buda bir sene içerisinde 15 kilo vermem gerektiği anlamına geliyordu.

Çevremdeki birçok insan o dönemlerde, neden maraton antrenmanları yaptığımı neden maraton koşmayı istediğimi ve bunun çok zor olduğunu defalarca sordu ve söyledi. Ben ise bu soruların tamamına,

JFK’nın;

“Bütün bunları kolay oldukları için değil, aksine zor oldukları için seçtik."

Sözüyle cevap verdim.

Maratonu bitirmek ve bu mesafeyi koşmuş olmayı düşünmenin yanı sıra merak ettiğim, anlamaya çalıştığım noktalardan birisi de, okuduğum hemen hemen tüm maraton yazılarında karşıma çıkan maraton koşanların tamamının bahsettiği o meşhur duvar, 30 duvarına çarpmak kavramıydı.

Peki, neydi bu duvar? Ve neden herkes genellikle 30. km’den sonra ortaya çıktığını söylüyordu.

Okuduğum tüm kaynaklar koşucuların genelde 30. kilometrede birden tükenmeleri ve duvara çarpmışçasına gerek fiziksel gerek mental olarak yarışı bırakma düşüncesine girdiklerinden bahsediyordu.

Bilimsel kaynaklarda ise, 30 kilometre duvarının fizyolojik olarak bacak kaslarındaki glikojen depolarının tükenmesi hadisesi olduğu ve vücudu 30 kilometre boyunca taşıyan kasların artık enerjisinin tükenme noktasına geldiği için koşucunun daha fazla ilerleyemez noktaya gelmesi olarak geçiyor.

Kısaca özetlemek gerekirse, “duvara çarpma” vücuttaki glikojen (karbonhidratın vücutta depolanmak üzere dönüştürülmüş hali) seviyesinin sıfıra inmesi anlamına geliyor. Bu yüzden koşunun otuzuncu kilometresine gelindiğinde yaşanan bu durum sebebi ile beyin, en temel içgüdüsü olan “hayatta kalma” içgüdüsü ile tükenen vücut kaynaklarının da etkisiyle ile vücudu korumaya almak amacıyla koşuyu bırak telkinleri yapmaya başlıyor. Diyordu incelediğim kaynaklar.

Aslında okuduktan sonra duvara çarpmak kavramına çok da yabancı olmadığımı hatırladım. Benzer bir duyguyu, 2 sene önce yoğun kar yağışı ve tipi altında yaptığım Erciyes kış tırmanışında yaşamıştım.


3917 metrelik zirvenin en zor ve dik kısmında, batak ve derin karda, şeytan kulvarından krampon ve kazma ile tırmanırken saatlerce süren tırmanışın yorgunluğu, soğuk hava, tipi, rüzgâr ve oksijenin nispeten deniz seviyesine göre daha az olması sebebi ile tükendiği mi hissetmiş ve bırakmayı düşünmüştüm.

 


Ama o gün pes etmedim. Son bir gayretle gücümü toplayarak mücadeleye devam ettim ve sonunda zirveye çıktım. Şimdi de özellikle Türkiye'nin pek çok dağında yaptığım, gerek fiziksel gerek mental olarak sınırlarımı zorlayan dağ tırmanışlarının verdiği tecrübe ile maratonu bitirebileceğimi biliyordum.

Ama zaman çabuk geçiyordu. İstediğim gibi hazırlanabildim mi? Bu soruya verebileceğim cevap HAYIR…

Hafta içerisinde genellikle yaptığım genelde düşük yoğunluklu sadece koşu tekrarlana bilirliğini arttırmaya yönelik antrenmanların dışında Adım Adım Bursa grubu ile düzenli yaptığım Çarşamba akşamı Mihraplı Park çaylaklar antrenmanı ve Cumartesi sabahı Botanik Park antrenmanları dışında maalesef ciddi bir antrenman planını takip etme fırsatım olmadı.

 


En uzun koştuğum mesafe yarı maratondu, bu sebeple daha uzun mesafelerde vücudumun vereceği tepkileri ölçmek amacı ile en azından hafta sonu antrenmanlarında 30 km koşmak istedim, ama niyetlendiğim dönemlerde dizimde ki bir sakatlık buna izin vermemişti.

Bu açıkçası beni maraton öncesi bayağı bir endişelendirmişti. Ne yaparım? Diye düşündüğüm zamanlar olmuştu. Benim için tam bir bilinmeyendi.

Ama öğrenmenin de tek bir yolu vardı.

Yaşayarak, Koşarak yani Deneyimleyerek Öğrenmek...

Ama kendi adıma yaptığım en güzel antrenmanlar uzun dağ tırmanışları ve yürüyüşleri oldu. Özellikle Uludağ zirve, göller, Bursa iniş ve çıkışları, toplamda 30-35 kilometreleri bulan dik iniş ve çıkışlı parkurlar.

Dağcılık yapanlar bilirler bu tip etkinlikler size ciddi bir bacak kuvveti, kondisyon ve her şeyden önemlisi mental kuvvet ve dayanıklılık kazandırırlar. Her şeyin ilki hem zordur hem unutulmazdır ya, benim içinde aynen öyle oldu. Bu yazıyı yazdığım bugün bile tüm maraton sürecini hala dün gibi hatırlıyorum.

 


Merdiven Antrenmanları özellikle fiziksel dayanıklılık ve devamlılık gerektiren Maraton koşusu öncesinde ihtiyacınız olan dayanıklılığı size fazlasıyla kazandıracaktır. Konu hakkında daha detaylı bilgiye ulaşmak amacıyla Merdiven Çıkmak ve Merdiven Antrenmanı başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.

 


Maratonu sabaha bağlayacak olan gece, benim için önemli olan pek çok etkinlikte başıma geldiği gibi yine çok iyi uyuyamamıştım.

Ama kesinlikle çok iyi uyunarak dinlenilmeli. Bunda geç yatmanın ve maraton öncesi araç yolculuğu yapmamın etkisi de olabilir.

Önümüzdeki sene ise kesinlikle daha iyi dinlenerek hatta gerekirse bir gün önceden İstanbul’a giderek iyi dinlenmiş bir şekilde koşuya başlayacağım.

İşletmeci olmanın devamında proje yönetiminin kazandırdığı alışkanlıklar vardır. Elinizdeki malzeme ile planlar ve hedefe ölçülü risk alarak yürürsünüz. Bende maraton öncesinde her dağ tırmanışında olduğu gibi parkuru iniş ve çıkışlarını inceledim. İlk defa maraton koşan pek çok koşucunun deneyimlerini büyük bir merak ile okudum.

Çok iyi antrenman yapamamış olmam sebebi ile maratonu sakatlanmadan ve sağlıklı bir şekilde bitirmek amacı ile kendime 5 saat hedefini koydum. Her dağ ve zirve tırmanışım da yaptığım gibi dersime önceden çalıştım. Parkuru detaylı harita üzerinde inceledim ve kafamda küçük parçalara böldüm.

Kesinlikle bitirilemez gibi durmuyordu. Dağ tırmanışlarından edindiğim tecrübe ile vücudu susuz bırakmamak ve besinsiz kalmamak gerekliliğinin de farkındaydım.

Yarış öncesi birkaç gün öncesinden başlayarak bu amaçla glikojen depolarımı takviye etmek amaçlı önceliğim karbonhidrat ağırlıklı olmak üzere iyi beslendim ve yarışın hemen öncesinde, START’a 1 saat kala da bir adet 500cc. İzotonik sporcu içeceğini tükettim.

Ve bir şişe izotonik sporcu içeceğini de 15.kilometreye kadar elimde taşıdım ve 15.kilometreden sonra takviye olarak içtim. Amacım burada vücudu hem susuz bırakmamak hem de özellikle potasyum başta olmak üzere eksikliğinde kramplar başta olmak üzere koşu esnasında beni sıkıntıya sokacak mineral eksikliğini bertaraf etmek oldu.

Hep merak ettiğim ama bir türlü kullanmaya fırsatım olmayan besin takviyelerinden olan sporcu jellerini ise yarış günü koşumu riske atmamak için kullanmadım.  Ama işimi şansa bırakmamak adına bal tahin pekmez karışımlı küçük tüplerden oluşan doğal enerji kaynağı takviyelerini de cebime almayı ihmal etmedim ve her 2,5 kilometrede bir su ile birlikte ağzıma sıkarak tükettim.

Bunun bana ihtiyacım olan enerji kaynağını hızlıca sağlayacağını yine dağ tırmanışlarından biliyordum. Koşu öncesin de bir adet spor içeceği tüketmenizi öneririm. Yarıştan 2 saat önce yavaş yavaş yudumlayarak alacağınız bu içecek vücudunuzdaki tüm eksik mineralleri ve glikojeni yerine koyacaktır. Koşu sırasında da glikojen seviyenizi birden fazla yöntemle yükseltebilirsiniz. Koşu sırasında kullanabileceğiniz en kolay yöntemler spor içecekleri ve jelleridir.

Yarış sırasında altı, yedi kilometrede bir jel kullanabilirsiniz. Yine de bu yöntemi antrenmanlarınız da (uzun koşu, bisiklet antrenmanlarında) uygulamanızda ve kullandığınız jelin üzerinde yazan talimatlara sıkı sıkıya bağlı kalmanızda faydalı olacaktır. Çünkü bu tip sporcu beslenme ürünlerinin vücudunuzda göstereceği olası tepkileri de öncesinde deneyimlemek bence çok önemli.

Ben kendi adıma önümüzdeki sene tekrar koşmayı planladığım maraton öncesinde, yapacağım antrenmanlarda bu jelleri kullanarak vücudumda göstereceği reaksiyonları test edeceğim.

Maraton sabahı, Bursa’dan hareket ettiğimiz saat 05.00’den başlayarak İstanbul'a vardığımız saat 08.00’e kadar şiddeti bir yağmur yol boyunca bize eşlik etti.

Yol boyunca, eğer bu sağanak yağış yarış boyunca devam ederse ne yaparım? Diye de düşünmeden yapamadım.

Ama yağmur da yağsa kar da yağsa bu maratonu koşacak ve tamamlayacaktım.

Nitekim maratonun başlangıç saatinden 1 saat kadar önce yağmur dindi ve hava açtı.

Maraton için topluca yola çıktığımız ve benim de kaptanlığını yaptığım Coats Türkiye koşu takımı ile toplu takım fotoğrafı sonrasında, Maraton için 42K START noktasındaki yerimi aldım.




START noktasında, Adım Adım Bursa grubundan arkadaşlarımız Celil ve yine benim gibi ilk maratonunu koşacak Mehmet ile birlikte heyecan ile başlama anını beklemeye başladık.

Hava rüzgârlı olmasına rağmen koşmak için bence çok güzel bir havaydı. Çok fazla güneş olmaması kendi açımdan çok fazla sıcak olmayacağı ve terlemeyeceğim anlamına da geliyordu.

Nihayet START verildi ve bizde kalabalık bir grup ile çıkışımızı yaptık.


Maratonu tamamlayabilmem için kendi özelimde en büyük şartımın belli bir nabız aralığında, nabız olarak çok sık iniş ve çıkışlar yaşamadan hızımı ve nabzımı sabit tutarak koşmak olduğunun farkındaydım.

Bu sebeple antrenman ve bazı koşularda yaptığım gibi müzik dinlemekten vazgeçtim. Çünkü müziğin tempomu bazen farkında olmadan yükselttiğini fark etmiştim. Bu da benim için gücümün daha erken tükenmesi ve yarışı belki de tamamlayamam anlamına gelmekteydi.

Maratonun ilk metrelerinde aşırı kalabalık içinde çok fazla zik zak yapmadan ve kimseyi geçmeye çalışmadan kendi tempomda devam ettim. Bu tip gereksiz hareketlerin hem gereğinden fazla efor sarf etmeme hem de sakatlık riski ile karşılaşmama sebep olacağını biliyordum.

Köprünün üzerinde aşırı bir rüzgâr vardı. Maratonun henüz ilk metreleri olduğu ve vücudumun da henüz çok ısınmamış olmasının da etkisiyle üşüdüğümü hissettim.

Umarım bu rüzgâr yarış boyunca devam etmez diye de düşündüm.

Çünkü üzerimde ki  t- shirt ve altımda ki şort dışında içimde bir kollu bir içlik vs. yoktu.

Köprüyü geçip biraz iç kısımlara ilerleyince rüzgâr kesildi. Uzunca bir süre tekrar rüzgâr ile karşılaşmam sahil boyunca Bakırköy’e doğru gidiş ve dönüş istikametinde oldu.

Yarışın ilk kilometrelerini Mehmet Çatalağaç ile birlikte koştuk. Köprüden geçip Barbaros bulvarına doğru döndüğümüzde beni bir inişin beklediğini biliyordum. İnişi kontrolsüz bir şekilde koşarak hızlıca inmek yerine tempomu koruyarak aynı hız ve nabız aralığında indim. Burada yokuşu biraz daha hızlıca inmek isteyen Mehmet’ten ayrıldım.

Barbaros bulvarını inip Beşiktaş, Karaköy ve Haliç üzerindeki Atatürk köprüsüne kadar tempom çok iyiydi. Her şey plana uygun olarak ilerliyordu.



Hedefim şu ana kadar koştuğum en uzun mesafe olan 21.kilometreye kadar bu tempoyu korumak 21.kilometre sonrası yani maratonun kafamda böldüğüm 2.yarısını ise hedeflediğim sürelerde tamamlayabilmekti.

Maraton öncesi yaptığım antrenmanlarda son 21 kilometre koşumu çok kolay tamamlayamamış ve son birkaç kilometresi ise beni ciddi yormuştu. Ama hedefsiz bir antrenman koşusu olması sebebi ile maratonun ikinci yarısının bu antrenman koşusundan çok farklı olacağını biliyordum.

Çünkü kendi sınırlarım ile mücadele edecek ve savaşacaktım. Bu düşünce şekli özellikle koşunun 32.kilometresinden sonra çok fazlaca işime yaradı. Haliç köprüsü üzerinde çok coşkulu bir kalabalığın tezahüratları ile ilk 10 km. yi FINISH noktası yanından 1:09:25 süresi ile geçtim.



Maraton benim için tam da istediğim gibi devam ediyordu.

Kişisel olarak daha önce 10 kilometreyi koştuğum en iyi derecem 55 dakikalar civarındaydı.

Gereksiz bir biçimde hızlanmayarak ve nabzımı koruyarak ilk 10 kilometreyi kişisel derecemden 14-15 dk. Daha yavaş koşarak geçirdim.

Bu temponun bana maraton bitirteceğini biliyordum. İşte bu heyecanla 10 kilometre FINISH noktasının yanından büyük bir gururla koşarak geçtim.

Geçtiğimiz senelerde ki koşularda 15 kilometre ve maraton koşanlara bakıp koşuya devam etmelerini büyük bir özenle ve imrenerek izlemiştim. Şimdi bende bu kalabalık içerisindeydim.

Bu sırada Coats Takımından 15 kilometre koşan arkadaşımız Merve ile karşılaştık. Bir süre birlikte koşarak karşı dönüş grubunda olan koşucuların arasından Coats takımında olup 15 kilometre parkurunda koşan arkadaşları görmeye çalıştık.

Parkurun 15 kilometre koşucuları ile ayrıldığı noktaya yakın kısımda önce benim gibi koşan Muharrem ağabeyimiz ve sonrada Ayşen Aygen arkadaşımız ile karşılaştık. Ayşen sağ olsun güzel bir fotoğrafımızı çekerek 15 kilometrenin bitiş noktasına doğru devam ederek bizden ayrıldı.



Artık maraton şimdi başlıyor diye düşündüm kendi kendime. Çünkü 10 ve 15 kilometre koşucularının ayrılması ile maratoncular ile baş başa kalmıştık ve artık sokaklar daha tenhaydı. Unkapanı köprüsü dönüşü İstanbul Büyükşehir Belediye binasına kadar olan hafif eğimli rampayı Muharrem abimiz ile birlikte çıktık.

Daha sonra ben ona tempomu korumak istediğimi söyleyip geride kaldım. Rampa çok dik ve uzun bir rampa değil. Maraton öncesi parkurun tek dik çıkışının bu olduğunu okumuştum. Hatta çok zorlamamak için yürüyerek bile çıkmayı düşünmüştüm. Ama korktuğum gibi olmadı tempomu koruyarak koşarak Unkapanı köprüsüne kadar çıktım. Şimdi ise sahil boyunca koşacağımız güzergâhın başlangıç noktasına kadar sürecek bir iniş beni bekliyordu. Aynı Barbaros bulvarında yaptığım gibi tempomu yükseltmeden çıktığım hızda yokuşu da indim.

Ve işte karşımda 20. kilometreyi tamamladığımı gösteren dijital saat.



20 kilometreyi 2:24:14’ de koşmuştum. Bu benim için harikaydı ve kendimi hala çok iyi hissediyordum. Artık maratonu tamamlayacağıma daha çok inadım. Dijital saat başında biraz zaman kaybettim selfie yaptım ve çektiğim fotoğrafı beni bitiş noktasında karşılayacak arkadaşlarım ile paylaştım.

Su istasyonunda durarak su içtim ve meyve istasyonundan birkaç parça muz yedim. Bu sırada bu kilometreye benimle aynı sürede giren fakat artık zorlanmaya başladığını gördüğüm bir koşucu ile sohbet ettim. Ona bolca su içip enerji amaçlı bir şeyler atıştırmasını söyleyip ondan ayrılarak sahil boyunca koşmaya devam ettim.

21.kilometreye 20 kilometre istasyonlarında kaybettiğim zamanının da etkisi ile 2:34:31’ de girdim. Bu aradaki 1 kilometreyi Hedeflediğim sürenin 3-4 dk. Gerisinde koşmuştum. Bunda kendimi, fotoğraf çekimi ve su ve meyve ödüllendirmek amacı ile sebebi durmamın etkisi vardı.

Sahil boyunca Topkapı surlarının altında ilk ve tek tuvalet molamı verdim. O kadar su tüketmeme rağmen çok fazla tuvalet ihtiyacı yaşamamış olmamın sebebi herhalde çok fazla terleme sebebi ile gereğinden fazla su kaybetmiş olmamdı.

İlk 25 kilometre istasyonuna vardığımda süre bu sefer 3:09:21’ i gösteriyordu. Bu sırada yolun diğer karşı şeridinde dönüşe geçmiş koşucuları görmeye devam ediyordum. Bu koşucular muhtemelen maratonu 3,5-4 saat aralığında tamamlayacak koşucular diye düşündüm kendi içimden.

Okuduğum maraton tecrübelerinden genelde koşucuların yolun karşı tarafında dönen koşucuları gördüklerinde morallerinin bozulduğunu ve bırakmayı düşündüklerini okumuştum.

Kendi adıma çok aldırış etmedim Çünkü herkes kendi maratonunu koşuyordu. İçlerinde tanıdıklarımı gördükçe alkışlayarak ve bağırarak destek vermeye çalıştım. Koşucu arkadaşlar Yalçın ve Emre onlardan bir kaçıydı.

Bu moral motivasyonla karşı şerit de 32,5 kilometre dönüş tabelasını gördüm. Ben ise henüz 25 kilometreyi yeni geçmiştim. Sahil boyunca koşuya aynı motivasyon ile devam ettim.



Uzun, bezdirici ve sıkıcı bir yol gerçekten. Yol boyunca 10 ve 15 kilometre koşularını tamamlamış ve yemek yiyen Coats Türkiye takımı arkadaşlarım dan gelen destek telefonları ile koşuya devam ettim.

Artık 28,5. kilometre dönüşünü gösteren tabelayı görmüştüm. Büyük bir keyif ve mutlulukla yolun karşı şeridine tabelanın önünden dönüşümü yaptım. Artık bende karşı şeritte koşuyordum ve hala dönüşe doğru koşan koşuculara bakıyordum. Çoğunun yüzünde bitkinlik ve halsizlik vardı. Acaba bende mi böyle gözüküyorum diyerek kendi kendime gülerek koşmaya devam ettim.

30 kilometreyi 3:53.25’te geçmiştim. Hedeflediğim programın gerisinde olduğumu fark ettim. İlk 10 ve 20 kilometreyi hedeflediğim gibi geçmeme rağmen 31.kilometrede hedefimin 20 dakika gerisinde olduğumu fark ettim hemen hızlıca bir hesap yaparak maratonu 5 buçuk saat civarında bitirebileceğimi bu hızda devam edersem rahatlıkla da tamamlayabileceğimi düşündüm.

Nitekim 32.kilometreye geldiğimde hala fiziksel olarak iyi olduğumu düşündüğüm sırada neden yavaşlamaya başladığımı ayak bileklerimden ve ayak tabanımdan aldığım acı işaretleri ile iyice anladım.

Benim her 2 ayağımda anatomik olarak içe basan yapıda. Koşulara başlamadan önce ayakkabılarımın daha çok içe doğru erimesinden başka hiçbir sorunum olmamıştı. Fakat koşulara başladıktan sonra birazda fazla kiloların etkisi olsa gerek dengesiz basma sebebi ile her 2 topuğum da topuk dikeni çıkmıştı.

Son birkaç senedir gerek tabanlık gerek ayakkabı tercihleri vs. ile bu problemi aşmaya çalışmıştım. İşte maratonun artık bu son 9 kilometresinde içe dönük ayak basışı, her iki topuğumda ağrı ve iç diz ağrıları ile bana dönmüştü.

Ağrıyan ayak bileğim, dizlerim ve birde sen eksiktin dedirtecek su toplayan ayak tabanım ile birkaç kilometre kadar daha acıyı düşünerek koşmaya çalıştım. Burada yürürsem hedefimden daha da sapacağımı ve bitirme süremin 6 saatin üzerine sarkacağını biliyordum.

Hemen yeni bir plan yapmalıydım. Artık 35 inci kilometre içerisindeydim ve rahatsız eden bir ayak tabanı ağrıyan bilek ve diz ile koşmaya çalışıyordum. Kalan son 7 kilometreyi kafamda küçük parçalara böldüm ve kendime göz mesafemde yeni kısa hedefler koydum.

Bu arada benimle aynı tempoda yakaladığım gruplara ayak uydurmam da iyi sonuç verdi diyebilirim. Artık sahil boyunda ilerlerken paralelimde yukarıda dikili taşı ve Sultanahmet caminin minarelerini görüyordum. Bu moralimi oldukça yükseltti. Artık ne olursa olsun ilk maratonu mu bitirebileceğimi tekrar hissettim.

Gülhane parkı dönüşünü geçip parkın içerisinde koşmaya başladığımda artık bitti Hakkı dedim kendi kendime. Üstelik harika bir karşılama töreni beni bekliyordu. Bu artık yerlerde sürünmeye başlayan motivasyonumu tekrar diriltti.

Nitekim parktan çıkıp tramvay yolunda Sultanahmet meydanına doğru koşarken sevgili Mustafa ve Orkun'u gördüm. Başkan bu tarafa diye bağırıyorlardı. Birden daha da hızlandığımı hissettim. Ağrılarımın hepsi kaybolmuştu. Arkadaşlarımın eşliğinde koşarak hep birlik de FINISH düzlüğüne girdik.



Ondan sonrası ise tek kelime ile muhteşemdi ne bileğimdeki ne de dizimdeki ağrıyı hatırlamıyordum. Arkadaşlarımın tezahüratları ve alkışları ile onları selamlayarak FINISH noktasını geçtim.



Sonrası kendi adıma muhteşemdi. Her ne kadar koyduğum 5 saat hedefinin üzerinde 5:47.49 ile hedefimden 47 dakika sapmış olsam da maratonu sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordum.

Kendi adıma muhteşem bir tecrübeydi. Maraton anlamında önümüzdeki sene tekrar koşmayı planladığım maraton öncesinde cebime müthiş tecrübeler koymuştum. Bu tecrübeler ile daha planlı ve muntazam antrenmanlar yaparak bir sonraki maratonumu 5 saatin altında tamamlayabileceğimi de biliyorum.

Maraton koşusu sonrasında ki istatiksel verilerden de yararlanarak koyuyorum bu hedefi. altta ki grafik ve tablodan da görüleceği üzere hedefim 5 saatin altında maratonu bitirebilmekti. Aslında maratonun yarı mesafesinde yani 21. kilometrede hedefimde seyrediyordum. Ama 30. kilometreden sonra ki fiziksel sapmalar hedefimden geri düşmeme sebep oldu.




Koşu boyunca hiçbir su istasyonunu boş geçmedim. Toplam 16*250cc= 4 litre su ve + 500cc sporcu içeceği ile birlikte 4,5 litre su tüketmişim. Yanıma aldığım pal-pekmez karışımlı küçük tüplerini her su istasyonunda sıkarak tükettim. Kana hızlıca karışarak enerji vereceğini biliyordum. Dolayısıyla koşunun hiçbir anında kendimi fiziksel olarak güçsüz hissetmedim.






 Son Söz;

Maraton koşmak müthiş bir tecrübe. Dolayısıyla uzun mesafe koşan sağlıklı herkes hayatlarında en az bir kere maraton koşarak bu tecrübeyi yaşamalı. Kesinlikle sağlıklı bir şekilde bitirmek en büyük hedefiniz olmalı ve öncesinde muhakkak bir doktor kontrolünden geçmelisiniz.

Düzenli antrenman yapılmalı ve kesinlikle ideal kiloda koşulmalı. Koşarken kesinlikle tek başınıza olduğunuzu bilmelisiniz.

Unutmayın kendi temponuzu ve gücünüzü en iyi siz biliyorsunuz onun için tanımadığınız kişilere ayak uydurmaya çalışıp gücünüzü gereksiz yere tüketmeyin.

Bence en güzeli yabancılar ile yalnız koşun. Müzik dinlemeyi kendi adıma tavsiye etmiyorum. Eğer fitness antrenmanı yapıyorsanız müzik kesinlikle faydalı artı motivasyon katıyor. Ama maraton koşarken müzik dinlemek kontrolsüz biçimde hızlanmanıza sebep olabilir.

Bol su içmekten kaçınmayın unutmayın susamasanız bile her su istasyonunda su alarak birkaç yudum dahi olsa için aksi takdirde yavaş yavaş vücudunuzun su kaybı ile erkenden bitkin duruma düşersiniz.

Bir maraton koşusu 42.195 metre boyunca yaşamın her duygusunu içerirmiş. Geriye dönüp baktığımda, kesinlikle çok doğruymuş diyorum.



John Bingham’ ın dediği gibi:

 “Bitirmem mucize değil. Asıl mucize başlamak için gösterdiğim cesaret.” di.

Bence kesinlikle herkes bir gün maraton koşmayı hedeflemeli…

 

Hakkı Şenkeser.

Yorumlar

Yorum Gönder