Merhaba değerli Hakkı Şenkeser "Benim Dikey Dünyam" bloğu okurları. Yalın Üretimin Tarihçesi, Yalın Üretim ile ilgili tecrübelerimi paylaşmaya başladığımda, ilk olarak yazmak istediğim bir yazıydı. Fakat konuya çok daha doyurucu bir giriş yapabilmek için hem geçmiş bilgilerimi ve notlarımı inceleyebilmek hem de farklı kaynaklardan araştırmalar yapmam sebebiyle yazımı derleyip toparlayıp sizlerle paylaşmak bugüne kısmet oldu.
Yalın Üretim ilk olarak Japonya’da ki Toyota otomobil fabrikasında uygulanan ve devamında dünyadaki diğer firmalara da yayılan, Yalın Üretim (Lean Manufacturing) sürekli gelişmeyi ve israfı ortadan kaldırmayı hedefleyen bir sistemdir.
Yalın üretim sistemi sadece üretim sektöründe değil aklınıza gelebilecek her alanda hatta gündelik hayatta bile uygulanmaktadır. Ama çıkış noktası otomotiv sektörüdür ve bu sektörden diğer tüm sektörlere yaygınlaşmış ve uygulanmıştır. Otomotiv endüstrisi “Endüstrilerin Endüstrisi” olarak adlandırılan bir sektördür ve kalkınmanın ve endüstrileşmenin sembolü olmuştur.
Örnek vermek gerekirse OICA ( Uluslararası Otomobil Üreticileri Derneği) tarafından yayınlanan verilere göre, dünyada geçen yıl (2017 yılı verileri) otomobil, ticari ve endüstriyel araçlar ve otobüslerden toplamda 97.302.534 araç üretilmiştir.
1920 yılına kadar dünyada otomobiller EMEK YOĞUN üretim yöntemi ile üretildi.
Emek yoğun üretim sisteminde, çok iyi eğitilmiş işçiler kullanılırdı. Basit ve çok amaçlı araç, gereçler ile tüketicinin isteğine göre her tür üretim gerçekleştirilirdi.
1.Dünya Savaşından sonra Henry Ford ve General Motors’dan Alfred Sloan dünya otomotiv sanayisini yüzlerce yıldır Avrupalı firmaların öncülüğünde yürüyen emek yoğun ağırlıklı üretim tarzından SERİ ÜRETİM çağına taşıdılar.
1920 yılından sonra ise Henry Ford ve Alfred Sloan YIĞIN ÜRETİM yöntemini geliştirdiler. Bunun sonucu olarak, Amerika Birleşik Devletleri kısa sürede dünya ekonomisine hâkim olmuştur.
Yığın üretim metodunda, belirli konularda yetişmiş profesyonellerin katkısı ile vasıfsız veya az vasıflı işçi kullanarak, pahalı ve tek amaçlı makinelerle üretim yapılmaktaydı.
2.Dünya Savaşından sonra, Japonya ‘da Toyota Motor İşletmesinden Eiji Toyoda ve Taiichi Ohno YALIN ÜRETİM kavramına öncülük ettiler. Diğer Japon şirket ve endüstrilerinin de bu olağanüstü sistemi kopya etmeleri üzerine Japonya, kısa zamanda bugünkü ekonomik üstünlüğüne ulaştı.
Bu sistemde ilk ustalaşan şirketler Japonya ‘da toplanmıştır. Yalın üretim onların himayesi altında Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ‘da yayılırken, ticari savaşlar ve yabancı sermayeye karşı giderek artan direniş bunu izlemiştir.
1980’li yıllardan itibaren dünya genelinde, sanayide yalın üretim sistemine geçiş için yoğun çalışmalar devam etmektedir. Yalın üretimin amacı, işletmelerde adından da anlaşılabilecek bir “YALIN” lığı yakalamak, bütün çalışanların sistemden haberdar olmasını ve olabildiğince katkıda bulunmasını sağlamak, beklemelerin, zaman kayıplarının ve israfın önüne geçmektir.
İşte bizim bugün bizim yalın üretim diye adlandırdığımız üretim ve yönetim sisteminin temel ilkeleri, ilk kez 1950’ler de Toyoda ailesinin bireylerinden mühendis Eiji Toyoda ve beraber çalıştığı deha, mühendis Taiichi Ohno’nun öncülüğünde, Japon Toyota firmasında atılmıştır.
Bu ikili, Eiji Toyoda’nın 1950’de Ford firmasını incelemek üzere Amerika’ya yaptığı gezisinde edindiği bilgilerin de ışığında Ford’un yüzyılın başlarından itibaren öncülük ettiği kitle üretim sisteminin Japonya için hiç de uygun olmadığının kararını verirler. Bu karar yepyeni bir üretim ve yönetim anlayışının ilk adımlarının atılmasına yol açar.
İkilinin saptamaları özetle şöyledir.
Kitle üretiminde, her üretim faktörü ya da unsuru olabildiğince çok sayıda kullanılıp, üretim pek çok gereksizlik ya da israf içermektedir.
İsrafın kaynağı, sistemin aşırı bir iş bölümüne dayanması, yani, gerek makineler gerek de işçilerin, çoğu kez sadece tek bir ürün için tek bir operasyon gerçekleştirecek şekilde organize edilmeleridir. Yani tek bir işe adanmış olmalarıdır.
Hatta makineler de özellikle bu tür bir adanmışlığı sağlayacak şekilde tasarlanmışlardır.
Üretim organizasyonuna bu şekilde yaklaşılması, bir yandan üretim faktörlerinin gereksiz yere kitlesel boyutta kullanılmalarına yol açmakta ve çok büyük fabrika mekânlarında, binlerce işçi ve pahalı makine ile aynı işlemi aylarca, hatta yıllarca sürdürebilmektedirler.
Öte yandan da, üretime aşırı bir hiyerarşi getirip, üretimde esnekliğe set çekmektedir.
Ayrıca, işçiler birer el gücü olarak algılanıp, beyin güçleri, üretimin iyileştirmesine kanalize edilmemekte, en kötüsü de değişken maliyet olarak görülüp, işlerin kötü gittiği dönemlerde rahatlıkla işten çıkarılabilmektedirler.
Gözlemlenen diğer bir önemli nokta da şudur.
Üretimdeki aşırı adanmışlık ve esneksizliğin doğal bir sonucu olarak, kalıp değiştirme ya da bir üründen diğerine geçebilmek için gerekli ayarlamalar çok uzun süre almakta, dolayısıyla büyük lot üretim zorunluluğu doğmaktadır.
Büyük lot üretimin en önemli yan etkisi özellikle işlenmekte olan (WIP-ara ürün) ürün stokunun çok yüksek düzeylere çıkmasıdır.
Örneğin, Ford ‘da tek bir seferde 500,000 adet sağ kapı paneli basılıp, bu paneller son montaj için gerekli olana kadar stokta bekletilmekteydi. Yüksek stok, hem önemli bir maliyet kaynağıdır, hem de üretime bir tür rehavet de getirmektedir.
Yine yüksek stok üretimde kalitenin yüzde yüz sağlanması gereken bir olgu olarak görülmemesine neden olmaktadır. Nasılsa, ıskarta durumunda, yedekteki stoktan takviye edilme şansı vardır.
Oysa ıskarta ve akabinde gelen onarım bir yandan maliyetleri yükseltmekte, diğer yandan da müşteri memnuniyetsizliği ve güvensizliğine yol açmaktadır.
Toyota dehaları, sistemin bütününü incelemeleri sonucu şu yargıya varırlar.
Kitle üretim sistemi, esneklikten yoksundur.
Katı bir hiyerarşiye dayanmaktadır.
İsraf içermektedir.
Ancak bunlar 1950’ler Amerika’sında bir sorun yaratmamaktadır. Amerika, 1950’lerde, farklılaşmamış ama geniş, yani kısıtlı tipte aracın bolca satılabileceği, çoğunluğunu elinde harcayacak parası olan orta sınıfın oluşturduğu henüz doymamış bir pazardır.
Şirketlerde zaman içinde büyük sermayeler birikmiştir ve rekabet görece düşüktür: otomobil piyasasında sadece üç firma çekişmektedir.
Dolayısıyla kitlesellik ve israf, şirketlerce bir sorun olarak algılanmadığı gibi, tersine aşırı iş bölümüne ve her şeyin bonkörce kullanılmasına dayalı bu sistemde, üretim adetleri olabilecek en yüksek düzeyde tutulabildiği ve pahalı makineler uzun vadede tam kapasite kullanılabildiği sürece birim maliyetler çok düşük tutulabilip, karlar azami düzeye çıkabilmektedir.
1950’ler de Amerika böylesi bir tablo çizerken, aynı yılların Japonya’sı çok farklı bir yapı sergilemektedir. Toyoda ve Ohno’nun kitle üretim sistemine eleştirici bir gözle yaklaşmalarının en büyük nedeni de, Japonya’nın bu kendi koşulları olacaktır.
Japon pazarı çok daha küçük bir pazardır; kişi başına milli gelir oldukça düşüktür; sermaye birikimi yetersizdir. Pazar küçük olmasına karşın, tek tip değil, farklı tip araçlara talep vardır ve nihayet rekabet Amerika’ya göre çok daha yüksektir (1950’lerde Japonya’da aynı pazar diliminde rekabet eden toplam 12 otomobil üreticisi bulunuyordu).
Bu koşullarda, Japon üreticileri için, adanmış işçi ve makineler topluluğu ile kısıtlı tipte araçtan yılda milyonlarca üretmek gündem dışı kalmaktadır. Tam tersine, 1950’ler Japonya’sın da üreticilerin gündeminde olan, aynı anda, farklı tip araçları hem de her birinden çok düşük sayıda üretip, yine de rekabet ve halkın gelir düzeyi dolayısıyla düşük maliyet tutturma zorunluluğudur.
Üretim adetlerindeki sınırlılık ve sermaye birikiminin yetersiz oluşu dolayısıyla, çok daha az sayıdaki üretim faktörünü esnek ve etkin kullanmanın yollarını bulmaktır; üretimi, maliyeti artırıcı tüm etkenlerden, tüm gereksizliklerden arındırmaktır.
Üstelik 1950’ler de getirilen yeni yasalarla, gerek işçi sınıfı gerek de yan sanayiler, önemli bir pazarlık gücü elde etmişlerdir ve Amerika’da ki gibi istenildiği zaman işten çıkarılacak, ya da sözleşmesi feshedilecek birer değişken maliyet olarak algılanmaya karşı çıkmaktadırlar.
İşte tüm bu koşullar ve zorunluluklardır ki, başta Toyota’nın dehaları Toyoda ve Ohno’nun öncülüğünde, adım adım ilerletilerek, üretim günden güne adeta bir mikroskop altına yatırılıp, titizlikle incelenerek ve geliştirilerek, bugün yalın üretim diye tanımladığımız sistemin ortaya çıkması ve kısa sürede tüm Japon ekonomisine yayılması sonucunu vermiştir.
Kısaca yalın üretim, en az kaynakla, en kısa zamanda, en ucuz ve hatasız üretimi, müşteri talebine de bire bir uyabilecek, yanıt verebilecek şekilde, en az israfla (daha doğrusu israfsız) ve nihayet tüm üretim faktörlerini en esnek şekilde kullanıp, potansiyellerinin tümünden yararlanarak nasıl gerçekleştiririz arayışının bir sonucudur.
Yalın üretim, bu hedeflerin tümünü aynı anda gerçekleştirme ilkesine dayanır ve Batı’da 1900’lerin başlarından beri hâkim olmuş konvansiyonel kitle üretimi yaklaşımını ters yüz eden, bir anlamda her şeye alışılmışın tam tersi yönünde yaklaşan bir sistemdir.
Genel geçer kabul edilmiş tüm kural ve ilkeleri sorgulayan, hiçbir yerleşik kanıyı mutlak görmeyen şüpheci bir yaklaşımın, ya da felsefenin ürünü olarak doğmuş ve gelişmiştir.
Yalın Üretimin tarihçesini de sizlerle paylaştıktan sonra, bir sonra ki yazımda Yalın Üretimin mimarları olan Toyoda ve Ohno ile ilgili de araştırmalarımı tamamladıktan sonra bir yazı yazmayı düşünüyorum.
Bir sonra ki yazımda görüşmek üzere hoşça kalın.
Hakkı Şenkeser.
Bir sonra ki yazımda görüşmek üzere hoşça kalın.
Hakkı Şenkeser.
Yorumlar
Yorum Gönder